Mutsuza İyi Bak

6 Posted by - 11 Kasım 2016 - Kasım 2016

Yüzyıllar boyunca insanlığın en değerli arayışlardan birisi oldu mutluluk. Ne olduğuna dair tanımı çokça düşünülüp tartışılan arayış, her yüzyılda filozofların ana tartışma konularından bir tanesi olmuş, odaklarına koymayanlar bile bu arayışın kenarından geçmişler ve mutluluğa dair sözler söylemişlerdir. Bu arayışın, filizoflar dünyasında kendine bu kadar yakıcı bir yer edinmiş olmasının ana sebeplerinden birinin, mutluluk arayışı yolunun düşünce ile kesişmesine bağlayabiliriz. Tanımlanması güç, izahı göreceli olan arayışın, gerçek yada izafi oluşu da kafaları karıştırmış ve her dönem tartışmaya açık kalmasını sağlamıştır. Felsefe tarihinde Elealılar olarak tanımlanan, İtalyanın batı kıyılarında kurulmuş erken dönem felsefe okullarından birisi olan Elea Okulu çevresindeki genel görüş, bugün aklımızla sorguladığımız gerçeklik tanımını yıkarcasına ifade edilirdi. Elealılara göre duyularla algıladığımız hiçbirşey gerçek değil, görünmeyen gerçeklikti. Sadece bu noktadan bakıldığında bile, hangi disiplin ile tartışılacağı belli olmayan mutluluk arayışı, sırrı çözülmez bir gayya kuyusuna mahkum edilmiştir. Bu minvalde, tüm sorulara analitik cevaplar verme işinin felsefenin görevi olmadığını da idrak etmek gerekiyor sanırım. Aksi durumda sadece matematik ve fizik biliminin kıskacında, inanç, irade, hakikat, erdem, ahlak vb. soru işaretlerine bile sahip olamayabilirdik. Bir cevabımız olmasa da, bir sorumuz olması önemlidir.

Ahmet Erhan’ın şiirden bir mısra da bunu düşünceye edebi bir omuz desteği atmaktadır.

“Kalırsa bir soru kalır benden

Yanıtı varmıdır, bilmem.”

Birçok düşünürün, mutluluk ile ilgili kafa yormasından süzülen tek bir tanımı maalesef bu yazıda da bulamayacağız fakat bu değerli arayışı, popüler kültürün zevk ve tüketimine de feda etmeye niyetim yok. Epikür, mutluluk üzerine diğer filozoflara göre daha fazla kafa yormuş ve/veya bunu kaleme almış bir düşünür. Epikür, tanımlamaya çaba sarf ettiği mutluluk reçetesinin günümüz yorumunun, hedonizm (hazcılık) olduğunu bilse, inanın mezarında ters dönerdi. Epikür’e göre felsefenin temel amacı mutluluğa ulaşmaktı fakat kesinlikle hedonizm değildi. Kendisi bunu, “Ne yiyip içtiğin değil, bunu kiminle yaptığın önemlidir.” cümlesi ile mottolaştırmıştır.

16.yüzyıl filozoflarından Montaigne ise konuya tersten bakmış, nasıl mutlu olunacağını değil, nelerin mutsuzluk yaratacağına dair reçeteler yazmıştır. Montaigne, mutsuzluğun yaratıcılarını oldukça nesnel bir düzlemde üç madde olarak şöyle tanımlar: Cinsel yetersizlik, sosyal ahenksizlik (sosyal toplumun normalarına uyum gösterememek) ve entelektüelite eksikliğinin doğurduğu aşağılık kompleksi. Tüm bu tespitleri oldukça üst perdenden söylemiş sözler olarak değerlendiyor, bir günde birden fazla tatmin yaşayan ve yaşatan, arkadaş çevresi geniş ve toplumda saygı gören bir profesörün mutsuz olabileceğini ısrarla iddaa ediyorum. Ayrıca Montaigne’nin mutluluk arayışına, bu kadar keskin ve net sınırlar çizme yetkisini nereden aldığını da merak etmeden duramıyorum.

Bu arayışa nacizane bir çelme takmayı düşünüyorum ne zamandır, sanırım yeri burası. 50.000 yıllık yolculuğumuzda, mutluluk sırrını çözmeye çalışmakta pek necip olan atalarımız, “neden mutlu olmak zorundayız ?” sorusunu atlamış olamazlar diye düşünüyorum fakat sanırım atlamışlar. Bugün bir hissiyat olarak deneyimlediğimiz bu arayış, tarihsel, fiziki, siyasi ve insani olarak kıyafet değiştiren bir arayıştır. Baktığımız gökyüzünde gülümseme, ölümüzü defnederken gözyaşı, iki duble içtiğinde kahkaha olarak tezahür eden bu duygu biçiminin bütünü değil midir aradığımız sır ?

“Olanlar oldu tanrım, bütün bu olanların ağırlığından beni kolla” diyor İzmir’li ölü şair Didem Madak. Tüm bu olanların birikintisinden süzdüğümüz olgular belirleyici olmuyor mu kutsal arayışımızda ? Peki mutlusuzluk bir tercih olamaz mı ? Mutsuzluk diye tanımladığımız olguya takmış olduğumuz ismin  yanılgısına düşüyor olamaz mı insan ? İlk kez kim “çok mutluyum” dedi ve bunu somutlaştıran alegori neydi ? Tüm bu anlam karmaşanın gölgesi veya ışığında (siz hangisini kabul ederseniz) bir tercih olarak seçilen duygunun ismini koyma haddinin, felsefenin varmak değil de, yolda olmak motivasyonuna ters düştüğünün altını çizmek isterim.

 

“Kim istemez mutlu olmayı.

Ama mutsuzluğa da varmısın”

Cemal Süreya.

 

Ahşap Stoa

 

 

 

3 Yorum

  • Questioner 12 Kasım 2016 - 14:02 Reply

    insan eğer mutlu değilse, mutsuz mudur ?

    • sisifos 23 Kasım 2016 - 01:50 Reply

      insan eğer mutlu değilse, mutlu değildir.
      2+2=4 önermesinin bizi yanıltması gibi birşey belki de bu yanılsama.
      2+2=2+2 dir aslında sadece. yani birşey neyse o’dur.

  • sisifos 23 Kasım 2016 - 02:02 Reply

    mutsuzluğun belki de temel sebeplerinden biri varlık alemine fırlatıldığımız andan itibaren bilinmeyen bir yerden bize mutlu olacağımız adına bir söz verilmiş hissine kapılmış olmamızdandır. hayır, hiç kimse bize böyle bir söz vermedi. varlığı olduğu gibi kabullenmek ve akıntıya karşı değil akıntıyla yüzmek sanırım bizi bu “mutlu” ve “mutsuz” gibi kalıpların dışına çıkarabilecek tek seçenektir. gerçeği çıplak bir şekilde olduğu gibi kabullenmek her ne kadar acı verici gibi görünse de hakikatin doğasına en uygun tercih gibi görünüyor. aksi takdirde bir hiç hükmündeki hayatlarımızı, olmayan birşeyin peşinden sürüklenip acısını çekerek daha da gereksiz bir hale getirmemiz büyük olasalık.

  • Yanıt yaz