Aşklar Eskir

8 Posted by - 12 Eylül 2017 - Eylül 2017

Bundan yaklaşık olarak 4-5 ay kadar önce kış mevsiminin bahara dönmeye başladığı günlerde geçici olarak kaldığım evde bir yandan iş arayışlarımı sürdürürken bir yandan kendimi oyalayacak birşeyler aradığım günlerdi. Kaldığım evin üç tarafı büyükçe bir bahçe ile çevriliydi. Ev sahibi kendini işe verip bahçeyi yıllardır boşladığı için bahsetmiş olduğum bahçe bahçelikten çıkmış ve kendi çapında küçük bir ormana dönmüştü. İçinde bir düzine ağaç, envai çeşit adını dahi bilmediğim bitkiler ve otlar her yanı sarmış ve ele geçirmiş haldeydi. Bahçenin görüntüsü o kadar karmaşık haldeydi ki içeri girmek otlardan ve ağaçlardan dolayı mümkün dahi değildi. Baharın yaklaşmasıyla elime aldığım ufak tefek alet edevat ile bahçede ufak tefek düzenlemelere giriştim. Her gün düzenli olarak çıkıyor ve bir kenarından başlayarak bir yandan otları, bitkileri, ağaç dallarını budaklarını buduyor bir yandan temiz hava alıp hareket ederek düşüncelere dalma fırsatı buluyordum. Bu bahçe düzenleme işi her gün daha da artan bir iştah ve enerjiyle haftalarca sürdü. Bahçeden çıkardığımız tüm çalı çırpı, ot ve çer çöp neredeyse 1-2 yük kamyonunu dolduracak boyuttaydı. Haftalar sonra sonunda bahçe en azından içine girilip dolanılabilecek bir hal almıştı. Kaba düzenleme bittikten sonra detaylı ve küçük düzenlemelere girişmiştim. Bir yandan toprağı ellerimle eşelerken bir yandan düşüncelere dalıp kaybettiğim ruhumu geri arıyor gibiydim. Bahçe, ön bahçe, yan bahçe ve arka bahçe olmak üzere 3 ana bölümden oluşuyordu. Ben bir bölüme enerjimin tamamını verip uğraşıyor, orayı bitirdikten sonra diğer bölüme geçmeyi planlayarak ilerliyordum. Ama hesaba katmadığım şeyler görmeye başlamıştım o sıralar. Ben daha bir bölümle uğraşırken diğer bölümdeki düzenlediğim yerde tekrar otlar çıkmaya başlıyordu. Hemen işlendiğim bölümü bitirip diğer tarafa geçtiğimde bu sefer bıraktığım yer eski halini almaya başlıyor gibiydi. Sürekli yağan yağmurların da etkisiyle ne yaparsam yapayım istediğim bahçe düzenine bir türlü erişemeyeceğimi düşünmeye başladım. Çünkü kendi haline bıraktığım anda herşey eskisi gibi düzensiz başı boş bir orman halini almaya yatkın görünüyordu ve ben sonsuza kadar bu düzeni sağlamak üzere orada bulunmadığımı biliyordum. Bunun üzerine düşünmeye başladığımda farketttiğim basit ve soğuk gerçek yüzüme bir kez daha acımasızca çarptı. Şeyleri kendi haline bıraktığımızda şeyler en düzensiz hali almaya yatkındılar ve düzenli hale sokmak için fazladan enerjiye ihtiyaç vardı. Bu eğilimi fizikçiler ve düşünürler entropi olarak adlandırıyorlar.

 

Evet konumuz aslında entropi adıyla anılan, aslında istatistiksel mekanik ve termodinamik gibi fiziğin belirli bir kolunun konuları olan ama diğer birçok konuları gibi bizi farkında olmadığımız halde birçok yönden etkileyen bir kavram. Yazının başlığını biraz da okuyucunun ilgisini çekmek için böyle seçtim diyebilirim ama yazının sonunda okuyucu herhalde ufak da olsa bir bağlantı kuracaktır. Daha önce duymayanlar için kısaca entropinin basit manada ne anlama geldiğini özetleyelim ve daha sonra onun bizi ilgilendiren ve üzerine düşünmemiz gereken daha pratik etkileri üzerinde duralım istiyorum. Çok fazla teorik fizik detayına girmeden entropiyi özetlemek isterim çünkü şahsen ben de tüm detaylarıyla teorik fiziğe ve termodinamik kanunlarına hakim değilim ve bunun da şu aşamada konuyu anlamamız için gerekli olmadığını düşünüyorum. Entropi kısaca termodinamik bir sistemin düzensizlik durumunun ölçü birimidir diyebiliriz. Hayal ederek kavraması daha kolay olacağı için şöyle örnek verelim. Elimizdeki bir kovada karışık sıvıların var olduğunu düşünelim. Bu kovanın içindeki sıvıların sıcaklığını 25 santigrat derece olarak tespit edebildiğimiz gibi düzensizliğini de, tamamen hayali olarak yazıyorum, 47 ent olarak söyleyebiliriz. 47 sayısı burada entropi ölçüsü olarak ne kadar yüksekse sistem o kadar düzensiz demektir. Bu sayı ne kadar düşükse de sistem o kadar düzenli demektir diyebiliriz yani.  Peki bu basit bilginin günlük hayatımızla ne ilgisi var diyenler olacaktır elbette. Termodinamik kanunlarına göre evrendeki entropi sürekli olarak artma eğilimi gösteren bir yatkınlık göstermektedir. Yani gördüğümüz herşey düzensizliğin arttığı bir yönelimde zaman çizgisinde ilerlemektedir. Evrenin genelinde toplam entropi asla düşmez, aksine sürekli artar. Yani gördüğümüz herşeyde düzensizlik artar. Örneğin sıcak bir Ağustos günü sahilde kumdan bir kale yaptığımızı hayal edelim. Bu yaptığımız kale sisteminin entropisi oldukça düşüktür çünkü kumların oluşturduğu sistem özel bir düzen halindedir. Bu yapıyı kendi haline bıraktığımızda rüzgar zamanla kumları bozmaya başlayacak, dalgalar bıkıp usanmadan kale kenarlarını parça parça yutmaya başlayacak ve en sonunda kalemizin yerinde entropisi çok daha yüksek düzensiz bir kum yığını kalacaktır. Entropiyi yerçekimi kanunu gibi düşünmek biraz hatalı olur. Bunun yerine ben yatkınlık ve eğilim kelimelerini tercih ediyorum çünkü bütün gözlemler istatistiksel ölçümler entropinin hep yükseldiğini ve asla tersine dönmeyeceğini gösteriyor. Konunun teorik fiziksel yönünü burada atlamamız daha doğru diye düşünüyorum. Peki herşey düzensizliğe yatkınsa biz çevremizde bu düzeni nasıl görüyoruz denebilir. Biz çevremizde düzeni görüyoruz çünkü kısıtlı olarak baktığımız sistemimize (burada örnek olarak dünyamızı ele alırsak) enerji girişi oluyor. Güneş muazzam büyüklükte bir entropi yükselmesi yaşayarak enerjisini bize aktarıyor ve biz bunun bir kısmıyla dünya üzerinde bir düzen meydana geliyor. Daha geniş açıdan bakarsak güneş sisteminin entropisini arttığını görebiliriz. Zaten birçok konuda böyle değil midir? Bakış açımızı ne kadar geniş tutabilirsek hakikatin ucundan da olsa aldığımız kokuları o derece yoğun ciğerlemize çekebiliriz.

 

Peki bu entropi dediğimiz kavramın bizim günlük ve pratik hayatımızdaki etkileri nedir? Buraya biraz kişisel yorumlarımı katarak ilerlemek istiyorum. Entropi her ne kadar fizik biliminin bir konusu olsa da etkisi itibariyle felsefenin de çokça konusu hale gelmiştir. Zaten hem bilim hem felsefe bizim varlığı anlamlandırma çabamızın farklı kollardan sarılmış hali değil mi? Ne demiştik? Herşey ama herşey, istisnasız olarak zamansal çizgide düzensizliğe yatkındır. Var olan durum, dışardan bir etki olmadıkça her zaman zamansal çizgide düzensizliğe doğru acımasızca ilerler. Düzensizlik ise biz insanlar için negatif bir etki ve anlam taşır. Bizler yapıp ettiklerimizle, eylediklerimizle hep entropiyi düşük tutma gayesi tutarız, yani düzenli şeyler meydana getirmeye ve bu düzenli şeylerle muhatap olmaya uğraşırız. Ama doğanın bizleri çok çok aşan o muazzam gücü ve yatkınlığı ters yöndedir. Biz şeyleri düzenleme ne kadar çabalasak da doğa tam tersi bir yatkınlıkla bu düzeni bozma eğilimi içindedir. Sisifos kayayı yukarı taşımak için kan ter içinde sırtlanır ama kaya her zaman aşağı düşmeye yatkındır. İnsanın buradaki biraz naif biraz da benzersiz ama nihayetinde boş çabasını bazı belgesellerde gördüğümüz o nehirde ters yöne doğru yüzmeye çabalayan balıklar gibi görüyorum. Büyük bir enerji ile doğanın bu karşı koyamayacağımız yatkınlığın tam tersine olanca gücümüzle kulaç atıyoruz. Anlık olarak onu yendiğimizi düşündüğümüz anlar azımsanamayacak miktarda olsa da en sonunda kazanan hep doğa oluyor, bunu azıcık düşündüğümüzde görebiliriz. Entropi her zaman istisnasız olarak nihai anlamda kazanacaktır. Bahçeler her zaman daha kötüye gitmeye yatkındır. Odamızı kendi haline bıraktıkça hep dağınıklığa doğru gidecektir ve bunun entropi ile ilişkisini annelerimize anlatamayız. Rakı sofralarında kadehler her zaman ısınırken köfteler soğur. Yemekler bozulur, makineler arızalanır, bizler yaşlanırız, ilişkiler zayıflar, meyveler çürür, kumdan kaleler yıkılır ve evet, aşklar eskir. Listeyi uzatmak mümkün, biraz dikkatli gözle bakarsak görebiliriz daha nice örneklerini. Gören bir göz için entropinin çevremizdeki yansıması ufuk açıcı bir hal alabilir. Her seferinde bozulan düzeni tekrar onarmak için enerji harcayarak tekrardan kulaç atmaya başlarız ama bir an yorgun düşüp bıraktığımız anda herşeyin o düzensizlik haline doğru hızla yol almaya başladığını görürüz. İşlerin ters gitmesi bizde her ne kadar negatif bir duygu uyandırsa da aslında herşeyin ters gitmeye içten gelen bir yatkınlık taşıdığını bilmek bilincimizi farklı bir seviyeye taşıyabilir. Bunun için oturup dövünmeye, ağlayıp sızlamaya gerek yok diye düşünüyorum. Hakikati, her ne kadar bize acı veriyor gibi görünürse görünsün, olduğu haliyle kucaklamadıkça ruhumuzdaki açılan yaraları iyileştirmemiz nihai manada imkan bulmayacak gibi görünüyor. Elbette burada herşeyi salıverip akıntıya bırakmamız gerektiği sonucuna varmıyorum. İnsanın çabası yüzbinlerce yıldır hiç bitmedi ve bundan sonra da bitmeyecektir. Biz entropi dalgalarının tersine inatla yenileceğimizi bile bile kulaç atmaya devam edeceğiz. Anlık zaferlerimizi en çılgınca danslarımız eşliğinde kutlayacağız. Ama en sonunda yenecek olanın yine evrenin işleyişi olduğunu ve entropinin bunun en önemli parçalarından biri olduğunu bilmek doğru bir bakış açısı diye düşünüyorum. Çoğu zaman etrafımızda olup biteni rasyonalize etme çabamız hüsran ile sonuçlanıyor. Şeylerin neden öyle değilde böyle olduğunu anlamlandırma çabamız çoğunlukla başarıya ulaşmıyor. Bunların içinde entropinin etkisinin önemli bir payı olduğunu düşünerek bu yazıyı kaleme almak istedim. Yazının başlığını da Ezginin Günlüğü’nün bir parçasından esinlendim. Şarkının sözlerinden bir parça ile yazıyı noktalamak isterim ki, okuyucu entropi ile ilişkisini herhalde ufaktan da olsa farketmiştir.

 

“güller ve hayaller

isimler ve resimler silinir

aşklar da bir gün eskir”

 

Sisifos

2 Yorum

  • Bay C 25 Eylül 2017 - 13:11 Reply

    Çok güzel bir yazı çünkü tartışılabilecek yeni konular doğurmaya gebe. Evren’in başlangıcı veya yaradılışı; “kötüye gitmeye meyilli” sistemi bugünkü bilimsel imkanlarımız hatta bilinç seviyemizle bile hala aydınlatamamamız ve bu sonucun dolaylı olarak doğurdu o görünmez elin varlığı.

  • El Arte 30 Eylül 2017 - 13:10 Reply

    Biraz parçala paragrafları , gözüm döndü okurken

  • Yanıt yaz