Şişli’de Bir Apartıman

5 Posted by - 4 Aralık 2016 - Aralık 2016

Kalabalık caddeleri yalnız  adımlamaya başladığımız, Beyoğlu’nun ara sokaklarına dadandığımız yıllardı liseli zamanlar.Kıymetı kızlarının azlığından menkul okulumuzda, arkadaş edinme konusunda sükut-u hayale uğrayınca, soluğu sokak aralarındaki birahanelerde alıp, dudağımıza iliştirdiğimiz sigarayı içimize çekemediğimiz zamanlardı ve Özgür’le birlikte kapısını yeni araladığımız bu frapan serüvenin pavyon ışıkları gözümüzü kamaşırıyordu.

Özgür’lerin Sıracevizlerdeki evi, bizi bu kaçamaklara yakın kılan, lojistik olarak hareket kabiliyet sağlayan en önemli duraktı. Taksim’e yürüyerek çıkar, cebimizdeki para suyunu çekince, gece yine yürüyerek bu eve dönerdik.  Ağzımızdan bira kokusu yayılmasın diye, apartmana girer girmez ağzımıza birer karanfil atar, bildim bileli asansörün boşlukta çalışmayan bir kutu olarak durduğu apartmanın merdivenlerini tırmanırdık. En üst katta vardığımızda, ağzımızda kokudan geriye zerre kalmadığı inancıyla kapıyı çalar, sorumlukluk sahibi ve çalışkan öğrencilerin yüzlerinden eksik etmedikleri fakat hiçbir biçimde bize yakışmayan ifadeyi taklit ederek içeri girerdik.

İş kadını Muazzez ile bu evde tanışmıştım. Evin en büyüğü, Özgür’ün anneannesiydi. Öğretmendi fakat onu iş kadını yapan özelliği bu değildi. Şişli’nin rant getiren yerinde arsası, bir dönem işlettiği halk otobüsü, onu bir süreliğine başka alemlere sürüklemiş, yaşlılık günlerinde ailesinin geçimine kendisi adamış, çevresi afilli, güçlü bir kadındı. Modern dindarlar cenahından, tadına doyumsuz bir örnek olan bu ağır teyzem, bir köşede, arapça fısıldayışlarla tesbih çekerken, arada rakı içtiğimiz sofranın eksiğini yan gözle takip eder, tabaklarımızı boş koymazdı. Sanırım bu kadar hırsla midemizi doldurma çabası, daha az içmeyi, kendi kararımızla aldığımızı düşündürerek bizi yavaşlatmaktı. Bu evde bir baba yoktu ve bir babanın olmayışı bazen çok şeyi sebep olabililiyordu.

96 yılının Şubat ayında, bir Pazar yine bu evde, dışarı çıkamamanın verdiği huzursuzlukla vakit öldürüyorduk. Haftasonu nasıl olsa bir ayıklama yaparız inancıyla, harçlıkları hafta içi Aksaray pidecileri ve birahanelerinde tüketmiş, umudu yine iş kadını Muazzez’e bağlamıştık. Yanıldığımızı anladık. Muazzez teyze nuh bile demiyordu ki, benim inancım nuh deseydi harçlığı koparacağımız yönündeydi. Günlerden Pazar, öğle üstü. Akşam Fener’in maçı var. Yani anlayacağınız çok müşkül durumdaydık. Son olarak borç verme teklifini de reddeden iş kadını Muazzez, adına yakışır bir olağan dışılıkla bir iş teklif sundu. Apartmanın ne zamandır bir görevlisi yoktu ve titizliği ile meşhur Muazzez teyzenin teklifi, apartmanın merdivenlerini silmemizdi. O güne kadar, yemek tabağını mutfağa götürmek dışında, emek yoğun herhangi bir iş yapmamış olmanın cehaletiyle sanırım, teklifi kabul ettik. Altı katlı apartmanın bütün merdivenlerini silecek ve emeğimizin karşılığını alacaktık. Hesabı bira üzerinden yapanların düştüğü yanılgı büyük olur. Bizde “lan bu parayla kaç bira içeriz” tuzağına düştük.

 

Sıracevizler caddesi bu ismi aldığında dikilen ilk aparmanlardan biriydi sanırım o büyük yapı. Yıllarıdır gelip gittiğim bu apartmanda pek insana rastlamaz, apartmanın sessizliğinden yola çıkarak her birinin evlerinde öldüklerini tahayyül ederdim. Bu sessizlik işimize yarayacaktı. Usulca halledecektik işimizi. Kimse bizi görmeden işi bitirip, Fener’in maçını izlemeye birahaneye gidecektik; kolları sıvadık. Bir fizik sorusu çözer gibi, nereden başlayacağımız, ayrı katlardan başlarsak daha mı hızlı tamamlayacağımızı tartışıyorduk. Saatler ilerliyor, apartmanın merdivenleri uzakdıkça uzuyor, maç saati yaklaşıyordu. Arada iş kadını Muazzez olmasa, parayı bile alabileceğimiz meçhuldu. O güne kadar kutsal kitaplarda kendilerine yer bulan, bu dünyaya ait olmayan varlıkların top oynadığı katlarda bir kapı kapanıyor, bir diğeri açılıyordu. Biz sildikçe  kalabalık basıyordu merdivenleri, her adımlarında gençlik çağının erekte utancını ayakları altına alıyordu aparman sakinleri. Kimler geçmedi ki; fört şapkası ile üç ayda bir maaşını çekmeye giden istiklal madalyalı amcadan, eteğinin altına bakmaya çalışırken kovayı devirip ortalığı batırmama sebep olan, vücudunun her yanından parfüm kokusu fışkıran ve sonradan adının, Asu olduğunu öğrendiğim afet-i devran. Film olduk apartmana iyi mi. Bu apartmanda birilerinin yaşıyor oluşunu bu şekilde öğrenmem, beni çıldırtıyordu. Napalım artık. Zaten ölüm de Asu’ya hiç yakışmıyordu.

Muazzez teyze, su döküldü, bir kova daha doldurur musun ?

İşi bitirdiğimizde maçın başlamasına yaklaşık bir buçuk saat vardı. Suyun içinde durmaktan buruşmuş olan elime parayı uzattı.İş kadını Muazzez her zaman sözünün eriydi. Apartmanın pırıl pırıl, çamaşır suyu kokulu merdivenlerinden sekerek sokağa çıktı. Bir taksiye atlayıp, Bakırköy’ün yolunu tuttuk. Birahane de yerler tutulmuş, bir köşeye anca iliştik.

Bize iki bira, tuzlu fıstık.

Fener o gün berabere kaldı. Bizde de bağırıp çağıracak takat kalmamıştı. Hesabı ödeyip çıktık, cebimizde son kalan tren parasıyla istasyona doğru yürürken, dudaklarımızda kendi güftemiz ile lüküs hayat bestesi.

 

“Şişlide bir apartıman, paran yoksa halin yaman,

Yaktın bizi fenerbahçe, bu ne biçim oyun ulan”

 

Bay C

2 Yorum

  • hede 4 Aralık 2016 - 23:20 Reply

    serin hikaye, verdim şukunu 🙂

  • weva 1 Şubat 2017 - 12:11 Reply

    içim ısındı

  • Yanıt yaz