meyhanenin kapısı açıldı
içeri arka arkaya üç adam girdi
hemen tanıdım onları
Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi’ydi gelenler
bir masaya geçiyorlardı ki
Yahya Kemal Nazım’ı gördü
görür görmez çıkışa döndü
Ahmet Haşim’le Ahmet Hamdi buna şaşırdı
Yahya Kemal’in ardından onlar da dönmek zorunda kaldı
Yahya Kemal’le Nazım’ın annesinin duygusal ilişkileri olmuştu
bu yüzden, Nazım’la Yahya Kemal kanlı bıçaklı olmuştu
Yahya Kemal hâlâ kin besliyordu Nazım’a
‘ölse, su vermem’ diyordu
nitekim de vermedi
Nazım’ın hapisten çıkması için
Galata köprüsünde imza toplayan annesi Celile’ye
hiç bakmadan geçip gidecekti
*
meyhanenin kapısı açıldı
içeri girenleri, girer girmez tanıdım
bunlar Bedri Rahmi ve yasak aşkı Karadut’tu
güneşime söyledim kim olduklarını
başını çevirip ilgiyle baktı
boş bir masaya oturdular
Bedri Rahmi’nin yüreğinden dökülen
ağulu bala benzeyen sözleri duyuyorduk
‘karadutum, çatal karam, çingenem
nar tanem, nur tanem, bir tanem’
diye, inciye benzeyen sözler ediyordu
Karadut hafiften kızarıyordu, herhalde utanıyordu
Allah’ım, bu ne güzel bir aşktı
güneşimle konuşmaya başladık
‘biliyor musun güneşim
gücüm yetseydi, 1947 yılını şu güzel aşıkların zamanından çıkarırdım
1946’dan 1948’e geçerdi zaman
böylelikle onları ölüm bile ayıramazdı’
zeytin ağacı öne geçmez
Karadut arkada kalmazdı
kara saplı bir bıçak sinesine saplanmaz
gözüne sitem dolmazdı
*
kapı açıldı, içerisi aydınlanır gibi oldu
giren Sabahattin Âli’ydi
yanında Kürk Mantolu Madonna vardı
‘Kürk Mantolu Madonna deyince
gözümde Marilyn Monroe canlanır benim güneşim
benziyor Marilyn’e, en az Marilyn kadar güzel değil mi güneşim
tabii seni hiçbiri tutamaz, sen bir tanrıçasın, Kibele’nin el verdiği
Venüs’ün güzellik akıttığısın’ dedim
gülümsedi güneşim
sen hep böyle gülümse güneşim
Sabahattin Âli’yle Madonna boş bir masaya oturdular
rakıyla balık istediler
Madonna’nın morali biraz bozuktu
sefil bir Türk gencine aşık olmuştu
ne konuştukları masamıza kadar geliyordu
‘aldırma Madonna, sen aldırma
görecek günler var daha’
deyip konuşmasına devam ediyordu
*
meyhanenin kapısı açıldı
içeri bir adam girdi
yalnızdı ama yanında biri varmış gibi söyleniyordu
tanıdım onu, Cahit Sıtkı’ydı o
‘bak güneşim, bu adam Cahit Sıtkı
Otuz Beş Yaş şairi’ dedim
‘evet, evet, bu, o’ dedi
geçti, boş bir masaya oturdu
‘yanında herhalde platonik aşkının hayali var
aşk fısıltıları eder gibi’ dedim
‘sevgilim, ferahlığı, maviliği ve lezzeti
sende tattım
söylesem ki, sen benim için
hava gibisin
ekmek gibi kutlu
su gibi yücesin
tanrının sunduğu en güzel hediyesin
söylesem ki
evimde neşe, bahçemde açan çiçek
ve soframdaki en leziz şarapsın
bırak hep ben söyleyeyim adını
tüm kainat da bana eşlik etsin
bir gün sesimi duyamazsan
bil ki imamın kayığına binmişimdir
ama üzülme ve rahat ol
kabirde börtüye böceğe ezberlettiririm güzelliğini’
dediğini duyarız hayali sevgilisine
‘vooaavv, bunlar ne müthiş sözler’ dedi güneşim.
‘aynen güneşim, sen daha dur, bunları şiirleştirirse o zaman bak’ dedim
içkisini içmeye devam etti
*
meyhanenin kapısı açıldı
içeri bir adamla kadın girdi
‘anaa, güneşim, bunlar, onlar’ dedim
güneşim kim dercesine merakla baktı
gelenler, Ahmed Arif ve Leyla Erbil’di
onlar, tarihteki Şems ve Rumi’den sonraki bizdi
boş bir masaya oturdular
Ahmed Leyla’ya öyle bir değer veriyordu ki
bunu görür görmez anlardınız
yüreği bir kırmızı halı olsa
çekinmez, döşerdi Leyla’nın yoluna
“bu can bendeyken
delin, divanenim işte
uyy gelin
gün ola düşesin bekler
düşme
ölürüm
gözlerinden olurum
leylim leylim
ayvalar nar olanda
sen bana yâr olanda
belalı başımıza
dünyalar dar olanda”
boyuna tebessüm ediyordu Leyla
‘hasretinden prangalar eskidi be Leyla
kapama gözlerini sen kaparsan üşürüm’ der Ahmed
Leyla’nın yüzünde güller açar gene
Ahmed’in coşkun yüreği iyice coşar
“gitmek
gözlerinde gitmek sürgüne
yatmak
gözlerinde yatmak zindanı”
“sus, kimseler duymasın
duymasın, ölürüm ha
aymışam yarı gece
seni bulmuşam sonra
seni, kaburgamın altın parçası
seni, dişlerinde elma kokusu
bir daha hangi ana doğurur bizi
ruhum
mısra çekiyorum, haberin olsun
çarşılarin en küçük meyhanesi bu
saçları yüzümde kardeş, çocuksu
derimizin altında o olüm namussuzu
ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor
ilktir dost elinin hançersizliği
ağlıyor yeşil”
der Ahmed
Leyla ise kahrolur içten içe
böylesine güzel adama duygusal karşılık veremediğine
Yazar: Mustafa Yıldırım | ||
---|---|---|
E-Posta:mustfyildirim@gmail.com |
Yorum Yok