Şairler Meyhanesi II

3 Posted by - 13 Nisan 2018 - Nisan 2018

meyhanenin kapısı açıldı

içeri arka arkaya üç adam girdi

 

hemen tanıdım onları

Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi’ydi gelenler

 

bir masaya geçiyorlardı ki

Yahya Kemal Nazım’ı gördü

görür görmez çıkışa döndü

Ahmet Haşim’le Ahmet Hamdi buna şaşırdı

Yahya Kemal’in ardından onlar da dönmek zorunda kaldı

 

Yahya Kemal’le Nazım’ın annesinin duygusal ilişkileri olmuştu

bu yüzden, Nazım’la Yahya Kemal kanlı bıçaklı olmuştu

Yahya Kemal hâlâ kin besliyordu Nazım’a

‘ölse, su vermem’ diyordu

 

nitekim de vermedi

Nazım’ın hapisten çıkması için

Galata köprüsünde imza toplayan annesi Celile’ye

hiç bakmadan geçip gidecekti

 

*

 

meyhanenin kapısı açıldı

içeri girenleri, girer girmez tanıdım

bunlar Bedri Rahmi ve yasak aşkı Karadut’tu

güneşime söyledim kim olduklarını

başını çevirip ilgiyle baktı

 

boş bir masaya oturdular

 

Bedri Rahmi’nin yüreğinden dökülen

ağulu bala benzeyen sözleri duyuyorduk

‘karadutum, çatal karam, çingenem

nar tanem, nur tanem, bir tanem’

diye, inciye benzeyen sözler ediyordu

Karadut hafiften kızarıyordu, herhalde utanıyordu

 

Allah’ım, bu ne güzel bir aşktı

 

güneşimle konuşmaya başladık

‘biliyor musun güneşim

gücüm yetseydi, 1947 yılını şu güzel aşıkların zamanından çıkarırdım

1946’dan 1948’e geçerdi zaman

böylelikle onları ölüm bile ayıramazdı’

 

zeytin ağacı öne geçmez

Karadut arkada kalmazdı

kara saplı bir bıçak sinesine saplanmaz

gözüne sitem dolmazdı

 

*

 

kapı açıldı, içerisi aydınlanır gibi oldu

giren Sabahattin Âli’ydi

yanında Kürk Mantolu Madonna vardı

 

‘Kürk Mantolu Madonna deyince

gözümde Marilyn Monroe canlanır benim güneşim

benziyor Marilyn’e, en az Marilyn kadar güzel değil mi güneşim

tabii seni hiçbiri tutamaz, sen bir tanrıçasın, Kibele’nin el verdiği

Venüs’ün güzellik akıttığısın’ dedim

gülümsedi güneşim

sen hep böyle gülümse güneşim

 

Sabahattin Âli’yle Madonna boş bir masaya oturdular

rakıyla balık istediler

Madonna’nın morali biraz bozuktu

sefil bir Türk gencine aşık olmuştu

ne konuştukları masamıza kadar geliyordu

 

‘aldırma Madonna, sen aldırma

görecek günler var daha’

deyip konuşmasına devam ediyordu

 

*

 

meyhanenin kapısı açıldı

içeri bir adam girdi

 

yalnızdı ama yanında biri varmış gibi söyleniyordu

 

tanıdım onu, Cahit Sıtkı’ydı o

 

‘bak güneşim, bu adam Cahit Sıtkı

Otuz Beş Yaş şairi’ dedim

 

‘evet, evet, bu, o’ dedi

 

geçti, boş bir masaya oturdu

 

‘yanında herhalde platonik aşkının hayali var

aşk fısıltıları eder gibi’ dedim

 

‘sevgilim, ferahlığı, maviliği ve lezzeti

sende tattım

söylesem ki, sen benim için

hava gibisin

ekmek gibi kutlu

su gibi yücesin

tanrının sunduğu en güzel hediyesin

söylesem ki

evimde neşe, bahçemde açan çiçek

ve soframdaki en leziz şarapsın

bırak hep ben söyleyeyim adını

tüm kainat da bana eşlik etsin

bir gün sesimi duyamazsan

bil ki imamın kayığına binmişimdir

ama üzülme ve rahat ol

kabirde börtüye böceğe ezberlettiririm güzelliğini’

dediğini duyarız hayali sevgilisine

 

‘vooaavv, bunlar ne müthiş sözler’ dedi güneşim.

‘aynen güneşim, sen daha dur, bunları şiirleştirirse o zaman bak’ dedim

 

içkisini içmeye devam etti

 

*

 

meyhanenin kapısı açıldı

içeri bir adamla kadın girdi

 

‘anaa, güneşim, bunlar, onlar’ dedim

güneşim kim dercesine merakla baktı

 

gelenler, Ahmed Arif ve Leyla Erbil’di

 

onlar, tarihteki Şems ve Rumi’den sonraki bizdi

 

boş bir masaya oturdular

Ahmed Leyla’ya öyle bir değer veriyordu ki

bunu görür görmez anlardınız

yüreği bir kırmızı halı olsa

çekinmez, döşerdi Leyla’nın yoluna

 

“bu can bendeyken

delin, divanenim işte

uyy gelin

gün ola düşesin bekler

düşme

ölürüm

gözlerinden olurum

leylim leylim

ayvalar nar olanda

sen bana yâr olanda

belalı başımıza

dünyalar dar olanda”

 

boyuna tebessüm ediyordu Leyla

 

‘hasretinden prangalar eskidi be Leyla

kapama gözlerini sen kaparsan üşürüm’ der Ahmed

 

Leyla’nın yüzünde güller açar gene

Ahmed’in coşkun yüreği iyice coşar

 

“gitmek

gözlerinde gitmek sürgüne

yatmak

gözlerinde yatmak zindanı”

 

“sus, kimseler duymasın

duymasın, ölürüm ha

aymışam yarı gece

seni bulmuşam sonra

seni, kaburgamın altın parçası

seni, dişlerinde elma kokusu

bir daha hangi ana doğurur bizi

 

ruhum

mısra çekiyorum, haberin olsun

çarşılarin en küçük meyhanesi bu

saçları yüzümde kardeş, çocuksu

derimizin altında o olüm namussuzu

ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor

ilktir dost elinin hançersizliği

ağlıyor yeşil”

 

der Ahmed

 

Leyla ise kahrolur içten içe

böylesine güzel adama duygusal karşılık veremediğine

 

Yazar: Mustafa Yıldırım
E-Posta:mustfyildirim@gmail.com

Yorum Yok

Yanıt yaz