Taş Yuvarlamaca

3 Posted by - 6 Temmuz 2017 - Temmuz 2017

Krallar içinde belki en talihsiz ve “saçma” cezaya çarptırılan Sisifos’un hikayesini bilmeyen hemen hemen yoktur. Albert Camus’nun  saçma felsefesi ile birlikte modern dönemde tekrar dikkatleri üzerine çeken hikayenin kısa özeti tekrarlamak gerekirse şöyledir. Zeus ile bir şekilde ters düşen Korint kralı Sisifos, ölümünden sonra amansız bir cezaya çarptırılır. Ceza olarak büyükçe bir kayayı yüksek bir tepenin zirvesine yuvarlama görevi verilir. Sisifos kan ter içinde binbir güçlükle devasa kayayı yuvarlayarak tam tepenin en üst noktasına getireceği anda kaya bir parmak darbesiyle gerisin geri en aşağı yuvarlanır. Sisifos tekrar aşağı dönerek kayayı yukarı yuvarlamaya başlar. İşin en saçma noktası burada geliyor. Bu yuvarlama ve bir türlü nihai hedefe varamama işlemi sonsuza kadar devam eder. Tepenin en üstüne geldiğini sandığı o anda lanet olası kaya tekrar aşağı yuvarlanır. Bu durumu daha da trajik hale getiren ise sanırım Sisifos’un kayayı her yukarı taşıma gayretinde, aslında kayanın tekrar aşağı yuvarlanacağını biliyor olmasıdır.

 

Camus, Sisifos’un bu hikayesinden hareketle “saçma” felsefesine giriş yapar. İnsan yaşamının ve çabalarının bütün beyhudeliği ortadadır. Dil sahibi olmamızın verdiği bir çeşit yanılsama nedeniyle tüm eylem ve gayretlerimize birer anlam yükleme çabamız aslında dikkatlice incelendiğinde aynen Sisifos’un o kayayı tepeye taşıma gayreti kadar saçma, anlamsız ve sonuçsuzdur. Ne var ki, insan yapısı gereği tüm çabalarının nihayetsizliğinin ve anlamsızlığının bilincinde olarak yazgısını kabullenip, bu kısır döngüye mahkum halde eylemeye devam eder. En basitinden en kutsalına kadar bütün eylemlerimiz, arzularımız, hedeflerimiz ve çabalarımız, erişmeye çalıştığımız nesneler, aşklarımız ve hüzünlerimiz, varoluşumuza anlam kattığını düşündüğümüz en basitinden en kutsalına kadar tüm yüklemler, nesneler ve hatta özneler en nihayetinde Sisifos’un kayası gibi tepeye vardığımızı düşündüğümüz anda elimizden kayıp gitmeye mahkumdurlar. Kayayı yukarı taşıma çabamız daha çok bilinçsizce ve iç güdülerimizle yaptığımız işlerdir. Kayanın elimizden kayıp gittiği anda ise bilincimizin perdesine o acı gerçek tüm acımasızlığı ile çarpar. Bir taşı yuvarlayıp durmak ne kadar anlamlıysa, bizim de bütün eylemelerimiz ancak o kadar anlamlı olabilir aslında.  Kendi içinde paradoksal bir hal barındıran bu durumla ilgili tarihte yaşamış farklı düşünürler farklı yaklaşımlar geliştirmişlerdir.

 

Camus, Sisifos’un çabasını bir yenilgi ve olumsuzluk olarak görmez. Kendisi zaten felsefenin cevap vermek zorunda olduğu en büyük problemin intihar problemi olduğunu söylemiştir. Sisifos’un çabasını olumsuz açıdan gören birisi intihara karşı bir argüman geliştiremez ve tüm bu anlamsız çabaya son vermenin daha doğru olduğu kanısına varabilir. Şahsen henüz Camus’nun “Sisifos söyleni” isimli yapıtını baştan sona okuma fırsatı bulamadım. Bu yüzden burada onun konuya yaklaşımının detaylı bir analizini sunamayacağım. Şöyle der Camus; “Sisifos gibi tepelere doğru, güçlüklere tek başına, onuru ile didinmek de bir insan yüreğini doldurmaya yeter.” Daha geniş bakış açısıyla tüm kainat, evren, canlı cansız tüm yaratıklar, çevremizdeki bitkiler ve hayvanlar da bu nihayetsiz ve anlamsız devinimin kurbanlarıdır. İnsan, başta söylemiş olduğum gibi, dil sahibi ve konuşma becerisi olan bir canlı olarak buradan kendini sıyırma gayretine girer. Bence insanı burda ayıran temel fark, eylemlerine verdiği anlamdan daha çok insanın bilinç sahibi olarak sadece yaptığı şeyin farkında olmasıdır. İnsanın farkındalığı ve bilinci ne kadar artarsa, eylemlerinin ve dış dünyanın tüm anlamsızlığı ve nihayetsizliği ile o kadar başa çıkabilir diye düşünüyorum. Ölüler diyarındaki Sisifos’un bu sonsuz döngüsü bizim dünyamıza yansıdığında elde etttiğimiz resimle de Aldous Huxley gibi şunu demek sanırım yanlış olmaz. “Belki de bu dünya başka bir dünyanın cehennemidir.”

 

Sisifos’un bu hikayesinin bana hatırlattığı başka bir konu ise yazıyı bitirmeden önce anmak istediğim Nietzsche’nin “bengi dönüş” kavramıdır. Bütün yaşamlarımızın aslında sonsuz bir döngüden ibaret olduğunu ve biz farkında olmasak da sonsuza kadar aynı şeyleri yaşayıp durduğumuzu düşünmemizi ister Nietzsche. Sonsuza kadar yinelenme düşüncesi, yüklerin en ağırıdır der. Bu fikir de her ne kadar bir çok diğer felsefi düşünce gibi kendi içinde paradoksal görünse de, Nietzsche bu döngüyü olumlu bir şekilde düşünmenin yolunu şöyle açıklar. Öyle bir hayat yaşamalıyım ki, sonusuza kadar aynı şeyleri yaşamaktan tiksinmeyeceğim bir hayatım olsun. Bu yüzden hayatının dizginlerini eline almayı öğütler “üst insana”. Madem lanetimiz ve yazgımız budur, o zaman zavallı bir şekilde yakınmayı bırak, sürüden kurtul ve sonsuz defa tekrar etmek isteyebileceğin o hayatın peşinden koş.

 

Sisifos

1 Yorum

  • El arte 20 Temmuz 2017 - 23:05 Reply

    bazen insan o kayayı o tepeye bir dakikalık haz,mutluluk,zevk ne dersen de onun için yuvarlıyor
    anladın sen , yetiyor be ya

  • Yanıt yaz