Felsefe ve Sorular

2 Posted by - 9 Kasım 2016 - Genel, Kasım 2016

M.Ö 5. yüzyılda hakikat – bilmiyoruz
M.S 8. yüzyılda hakikat – biliyoruz
M.S 18. yüzyılda hakikat – bilebiliriz
M.S 19. yüzyılda hakikat – bilebilir miyiz?
M.S 20. yüzyılda hakikat – bilemeyiz
M.S 21. yüzyılda hakikat – bilmeli miyiz?

Yukarıdaki sosyal bir paylaşım sitesinden yapılan alıntı (batı) felsefe tarihini bizlere çok güzel ve biraz da naif bir şekilde özetliyor. Elbette felsefe tarihinin bu kadar basit bir açıklama ve kronolojiyle geçiştirilemeyecek bir giriftliğe ve derinliğe sahip olduğu hepimizin malumudur. Fakat yine de bu eylemin biraz daha derinine indiğimizde karşımıza insanın o bir türlü bitip tükenmek bilmeyen “bilme” ihtiyacı çıktığını fark ederiz. Yunanca kelime kökeninden bilgi sevgisi olarak çevrilebilecek olan bu kelime, insanın varlığa ve varoluşa karşı hemen her konuda kendi içinden gelen bilme isteminin eyleme dökülmüş halidir diyebiliriz. Burada felsefe diğer bir çok disiplinden farklı olarak, biraz da insan bilincinin yapısını yansıtarak, kendi kendine dönebilen ve çoğu zaman kısır döngülere girebilen bir yapıya bürünebilmesiyle çoğu zaman insanı ümitsizliğe götüren bir yol haline gelebilir. Buna rağmen insanın doğası itibariyle bilmeye olan ihtiyaç hissi hiçbir zaman tükenmemiş ve felsefe nehri tarih boyunca çok çeşitli dallara ayrılarak ve çok daha coşkun bir şekilde akmaya devam etmiştir. Bu kadar karmaşık ve uzun bir tarihi bu yazıda özetlememiz elbette bu yazının sınırlarını çok aşacak bir eylem olur. Bunun yerine biz ilk olarak felsefe olarak adlandırdığımız bilme eyleminin ilk şartı olan sorulardan başlarsak sanırım eylemin içeriğine dair daha çok fikir edinebiliriz. Bilme eyleminin ilk şartı bilmek istediğimiz konu hakkında doğru soruları sorabilmekle başlar denilirse bunda herkes hemfikir olacaktır diye düşünüyorum. Başka bir ifadeyle felsefe soru sorma sanatıdır da diyebiliriz. Felsefeyi bu manada vereceği cevaplardan çok sorduğu sorular ile incelersek pek çok insan için eylemin amacı ve içeriği çok daha açıklayıcı ve belirgin hale gelecektir. O halde hep birlikte kabaca kronolojik ve disiplinlere göre ayrılmış şekilde bu sorulara gelin hep birlikte kısaca bir göz atalım.

  • Ontolojik olarak varlığın yapısı ve mahiyeti nedir?
  • Neden hiçbir şey olmayacağı yerine bir şey var?
  • Bilgi nedir? Neyi nasıl bilebiliriz? Bilgi edinmemizin araçları, sınırları ve yöntemleri nelerdir?
  • Zihin-beden, özne-nesne gibi ayrımlar var mıdır?
  • Özneden bağımsız olarak bir dış dünya var mıdır?
  • Düşünce ve zihin nedir?
  • A priori ve a posteriori kavramlarının hangisi hakikate daha yakındır?
  • Mutlak nesnellik mümkün müdür?
  • Ahlak nedir? Ahlaki yapıların temelleri nelere dayanır ya da dayanmalıdır?
  • Benlik ve bilinç nedir?
  • İyi-kötü, doğru-yanlış gibi yargıların kökenleri nelerdir?
  • Nedensellik hakikatin bir parçası mıdır?
  • Özgür irade var mıdır?
  • Varoluş özden önce mi gelir?
  • Dil ve düşüncenin ilişkisi nedir?
  • Bilim ve felsefenin sınırları nelerdir? Nerelerde kesişirler? Bilimsel çalışmanın yöntemi ne olmalıdır?
  • Matemetik ve geometrinin temelleri neye dayanır?
  • Estetik yargılarımızın altında yatan sebepler nelerdir?
  • Erdemli bir yaşamın şartları ve koşulları nelerdir?
  • Başka insanlarla ve karşı cinsle olan sosyal ve ekonomik ilişkilerimizin temelinde neler yatar?
  • Şeylerin ve buna bağlı olarak insan yaşamının bir anlamı var mıdır? Yoksa her şey “saçma” mıdır?
  • Ölümden sonra yaşam var mıdır?
  • Hakikat nedir? Mutlak hakikat diye bir şey var mıdır?
  • (Ve tüm yapının çatı sorusu olarak sanırım) Tanrı var mıdır? Mahiyeti nedir?

En az insanlık tarihi kadar eski olan ve insanın düşünme yetisine sahip olduğu günden bu yana varoluşuna yönelttiği bu ve buna benzer soruların listesini uzatmak mümkündür. Fakat eklenebilecek olan başka bir çok sorunun cevabı kendisinden önce gelen bazı temel sorulara dayandığı için kısır döngülere girmek ve cevap bulamamak olasıdır. Sıradan bir insanın günlük hayatında doğal olarak kanıksayıp eylem ve düşüncelerini bu kanıksamadan doğan sağduyusuna göre yönlendirdiği birçok konunun işin derinine inildiğinde ne kadar zemini kaygan bir hal aldığı görülebilir. Evrende şu ana kadar bilinç sahibi olduğunu düşündüğümüz tek varlık olan insan olarak bizlere düşenin, bu yeteneğimizi doğru yere yönlendirerek öncül herhangi bir mutlak nokta ve doğru kabul etmeden bu soruların cevapları üzerine tarafsız bir şekilde uzun uzadıya düşünmek ve gerçeği aramak olduğu kuşku götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçekten biraz üzerine düşerek derinlemesine düşündüğümüzde bu soruların sahip olduğumuz gerçek ve hakikate dair olan tüm inançları derinden sarsabileceği açıktır. O halde bu sorular üzerine düşünürken geçtiğimiz yüz yılın büyük düşünürü Friedrich Nietzsche gibi kendimize şunu sormalıyız.

“Gerçeğin ne kadarına dayanabilirim!”

Sisifos

 

Yorum Yok

Yanıt yaz