Bana kadar keder

5 Posted by - 6 Mayısıs 2017 - Mayıs 2017

Öğlen mesai arası bir koşu Fatma’nın gözlerine uğradım. Dünkü, hatta önceki günkü keder hiç gövde kaybetmeden geziniyordu gözlerinin kocamanlığında. Bir süre sustuk öylece. Böyle anlarda gözlerinin içinde bir parça ışık aramak beni mutlu ediyordu. Bu uzun zamandır bulamadığım bir şey olmasına rağmen aramaktan vazgeçmemiştim. Çünkü aramaktan vazgeçmek, Fatma’nın gözlerinden vazgeçmekti ve vazgeçmek umuda ihanet etmek olacaktı. Umut bir yer arıyordu kendine, Fatma’nın gözlerinde karar kılmadan önce. Sonra Fatma’yı buldu, taşındı gözlerine. Ne kadar da mutluyduk, şimdi duyumsuyorum. Düşündükçe hatırlıyorum, o kocamanlığın içinde bize kadar kurtarılmış bir bölgenin varlığını. Kimden kurtarmıştık burayı tam olarak bilemiyorum ama savaş kanlı geçmişti. Ben kalbimin bir kısmını kaybetmiştim mesela, Fatma daha da. Göremediğimiz bir düşmana karşı savaşmış, can siper hane korumuştuk Fatma’nın gözlerini, gözlerinde kuracağımız dünyayı.

Her şey işte böyleydi başlarda. Zaten başlarda her şey güzel olurmuş. Tüm çirkinler güzelmiş başlarda, tüm kötüler iyi. Başlarda kötü insanlar yokmuş, kalp de kolay kolay kırılmazmış mesela. Şimdi bakıyorum da kurumuş çalılıklar kaplamış düzlüklerimizi, koşan tek bir atımız kalmamış. Rüzgarlarımızda ne nane ne sarı çam kokusu. Peki sularımızın önüne kim çekti bu setleri? Kim boyadı gökkuşağımızı tek renge?  İşgal normalleşmiş, acı kanıksanmış. Keder ile görüyorum, Fatma’nın gözleri bu karanlıklarla yeniden anlamlanmış.

Bir kez daha susuyorum, o zaten hiç konuşmuyor. Böyle anlarda hiçlik, Fatma’nın gözlerinde tanımlanan, dudaklarında mutlaklık kazanan karanlık bir alana dönüşüyor ve bu karanlık alana giriş cesaret istiyordu. Vurulmak işten bile değildi yani.

Bir bahane ile yerimden kalktım, mutfak darmadağın. Çay koymak için demliği elime aldığımda anımsadım çay kalmadığı. Fatma da zaten sevmezdi çayı. Fatma pek az şey severdi belki ve belki bende bu seçkin azınlığa dahil olduğumu düşünmüştüm sadece. Benim de hiçbir zaman anlayamadığım buydu belki de. Oysa deniz kenarlarında banklarımız vardı bizim, uğurlu otobüs duraklarımız. Birinden biner diğerinde inerdik. Bazen sadece ben iner, otobüsün camından doğru bakardım uzaklaşan gözlerine. O zamanlar daha iyi anlardım her şeyin her şeyden uzaklaştığını. Bir uzaklaşma başka bir yakınlaşmayı getirmiyordu üstelik ve bunu anlayamıyordum. Evren bile böyle acımasız işlemiyordu. Uzaklaşma başladığında, uzakta kalan cisim küçülürdü ama bu sadece fizik için geçerliydi. Fatma’nın gözleri, otobüsün tekerleklerinin her tam dönüşünde daha da büyür, bana sığmaz olurdu. O zamanlar koşar bir meyhaneye oturur, her dubleye bir parça emanet ederdim gözlerinden. İlk dublede rahatlar, ikinci dublede hafifler, derken üçüncü dublede eksilirdim. İşte o zaman lanet ederdim o otobüse.

Salona döndüğümde duvardaki saate baktım. Mesai başlamak üzere. İki laf edebilseydik bari diye düşündüm. Dünkü, hatta önceki günkü keder kötü kötü bakıyor Fatma’nın gözlerinden.

Ah be Fatma, keşke başka bir fotoğrafını bıraksaydın giderken.

Bay C

Yorum Yok

Yanıt yaz