Kayıp Eşya

3 Posted by - 6 Mayısıs 2017 - Mayıs 2017

2013 yılının bahar aylarının ilk günleriydi. İş yerinden bir arkadaşımla birlikte ABD’ye yaptığımız iş seyahatinin dönüş yoluna çıkmak üzere kaldığımız otelden eşyalarımızı toparlayarak otelin lobisine indik. Uçağımız geç saatte olduğu için akşama kadar otelin lobisinde önümüzde laptoplar, içeceklerimizi yudumlayıp saat başı sigara molasına çıkarken bir yandan internetten ardı ardına izlediğim belgeselleri hatırlıyorum. Gece yarısına yakın uçuş saati yaklaştığında valizlerimizle otelin otobüsüne binip havalimanına gittik. Terminalden girip havayolu kontuarına doğru yönelirken bir yandan biniş kartı ve pasaportlarımızı hazırlayacaktık. Sıraya girdikten sonra elimi bilgisayar çantamın ön gözüne attığımı ve elimle çantanın gözünü karıştırdığımı fakat bulamadığımı hatırlıyorum. İlk bulmam gereken yerde bulamayınca ufak bir heyecan başlıyor insanda. Biraz daha hızlı hareketlerle tüm küçük çanta ve valiz gözlerini arayıp bulamadığımı farkettikten sonra sıradan ayrılıp bir köşede tüm valizi açtık. Arkadaşım başımda meraklı gözlerle beni izlerken tüm kullanılmış kirli çamaşırlarımı alt üst edip hiçbir şey bulamadığımı farkettiğimde başımdan kaynar sular dökülmeye başlamıştı bile. Yabancı bir ülkede dünyanın öbür ucunda uçağımın hareketine birkaç saat kala seyahatimin en önemli dokümanı sanki buhar olup uçmuştu. Aceleyle valizlerimi arkadaşıma teslim edip bir taksiye atlayarak kaldığımız otele gittim. Otelde bulunmadığını ve kayıp eşya kasasının kilidinin müdürle birlikte eve gittiği saçmalığını dinledikten sonra iş yerine koştum. Çekmecelere heyecanla bakarken arkadaşımdan gelen telefonla bir nebze rahatlamıştım. Arkadaşım havayolu görevlilerinden kimliğimle uçuş yapabileceğim bilgisini almıştı. Aynı hızla havalimanına geri döndüm. Ortada sıra falan kalmamıştı ve biz uçağı ancak yakalayabilecek durumdaydık. Biniş kartımı kimliğimle alıp valizimi teslim ettikten sonra pasaport kontrolünden de aynı şekilde kimliğimle geçmiştim. Gümrüklü alanda olmanın rahatlığı ile geçici bir sakinleşme yaşadığımı hatırlıyorum. En son uçağa giderken biniş kartı kontrolü sırasında yine görevlilere durumu anlattığımızda sorun yapmadılar ve kimliğimle bu sınırı da aşmıştım. Tam herşey bitti deyip körüğe girip uçağa doğru yürürken körüğün tam ortasında sıradan güvenlik görevlilerine benzemeyen iki tarafa dizilmiş bir grup polis tipli kişileri farketmiştim. Tüm sakinliğimle aralarından geçerken bir tanesinin beni yanına çağırmasıyla tüm soğukkanlılığım  yerini bir adrenalin fırtınasına bıraktı. Görevli bana pasaportumu sorduğunda şimdi belayı bulduk dedim içimden ve anlatmaya başladım. Karşımdaki kişi beni kenara çekerek soruları ardı ardına sıralamaya başlamıştı. Arkadaşım uçağa gitmiş yerini almışken ben körük içinde bir kenarda lanet olası federaller tarafından sorgulanmaya başlamıştım. Kimsin, nerden gelip nereye gidiyorsun, ne zamandır ve ne için buradasın, pasaportun niye yok gibi onlarca benzer soruya tüm içtenliğimle ve soğukkanlılığımla cevap vermeme rağmen bir türlü görevlileri ikna edemiyordum ve uçak için yapılan son anonslar uzaktan duyuluyordu. Bu sırada havalimanı kimliğimi verip sorgulamalarını istedim, havayolu çalışanı olduğumu belirttim. Kimliğimi alıp uzaklaşan görevli bir süre sonra geri dönerek gülümseyen bir yüzle bilgiyi teyit ettiğini ve uçağa binebileceğimi söylediğinde duyduğum mutluluğu anlatmam imkansız. Uçağa binip arkadaşımı gördüğümde ikimizin de yüzünde acı tatlı karışık bir gülümseme vardı. İstanbul’a indiğimde polis tarafından tekrar bir sorgudan geçip ifademi verdikten sonra tekrar ülkeme giriş yapabildim. Daha sonraki günler pasaportumu kaybetmiş olabileceğimi düşündüğüm bazı yerlerle yazışmalarla geçti ama birşey çıkmadı haliyle. Dönüşten 1 hafta sonra arkadaşımla planladığımız ve yıllardır beklediğim flamenkoyu vatanında dinleme fırsatı olan İspanya tatilim de bu kayıp pasaport yüzünden hayal olmuştu. Tekrar pasaport çıkarma işlemi ise işin en yorucu boyutu. Pasaport çıkarmak neyse ama üzerindeki vizeleri tekrar almak ülkemizin uluslararası arenadaki kıymetini de göz önünde bulundurunca bir işkenceye dönüşüyor. Neyseki uzun uğraşlar sonucu yeni pasaportuma ve gerekli vizelerime kavuşabildim. Bundan sonra da pasaportumun ne kadar önemli olduğunu görüp kaybetmemem için gerekli tedbirleri almam gerektiğine dair uzun uzun düşünmüş ve taktikler geliştirmiştim.

 

Kayıpsız geçen bu 4 yıldan sonra masum bir tatil dönüşü sonrası bu sefer kendi ülkemde pasaportumu kaybettiğimi bu sefer uçuşuma 1 gün kala yine fark ettiğimde bu seferki duygularımın tarifi imkansız bir hal aldı. 2017 Mayıs’ı başındaki İngiltere uçuşumdan 24 saat önce tatilden döndüğümüz akşam eşimle birlikte kendimizi arkadaşlarımızın evinde her şeyi alt üst edip pasaportumu ararken bulduk. Ufacık defter parçası sanki buhar olup uçmuş, yer yarılıp içine geçmişti. Sonraki saatler 10 günlük tatil boyunca gitmiş olduğumuz tüm yerleri adım adım aramakla geçti. Onlarca farklı yeri karış karış aradık tüm arkadaşlarımla ama yok yok yok. Aynı duyguyu ikinci kere yaşamanın verdiği psikolojik yıkım tam anlamıyla bir lanet gibiydi üstümde. Bir yandan pasaportumu ararken bir yandan kendi psikolojimle boğuşmaya başlamıştım ve bu tam anlamıyla benim için bir yıkım haline dönüştü. Aynı hatayı ikinci kere yapan birisi olarak kendimden tiksiniyordum. Olayı daha da genişletip hayatıma dair detayları da bu düşünce yığının içine katmaya başlamıştım. Aynı hataları yapıp durmak insanın bir türlü üstesinden gelemediği bir laneti gibiydi. Hakikate dair hiçbir önemi olmayan el kadar bir defter parçasının bir anda hayatımın ortasına tüm ağırlığıyla oturması ise beni dehşete düşürmüştü. Klasik olacak ama şeylerin önemi galiba onların yokluğunda ortaya çıkıyor deyişi ancak tecrübeyle edinilebilecek bir bilgi olduğunu bizzat tecrübe ediyordum o anda. Arkadaşlarımın annesi Halise teyze beni teselli etmeye çalışırken ben üstüne artık bir bardak soğuk su içmeye başlamıştım bile. Kafamdan geçen düşüncülerin haddi hesabı yoktu ve Halise teyze bana daha önce yeğeninin başına da aynı şey geldiğini ve evlerinde pasaportunu kaybettiğini anlatıyordu. İşte dedim, beni anlayabilecek tek kişi şu anda o, bana doktor değil damdan düşen birini getirin diyen hoca misali. Zaman hızla ilerlerken uçağın kalkmasına 3 saat kala pasaportun geçen hafta gittiğimiz bir restoranda bulunması haberinin bende yarattığı rahatlama hissini anlatmama kelimeler kifayetsiz kalacaktır o yüzden daha fazla uzatmadan burada bitiriyorum hikâye kısmını.

 

Bu son kayıp olayından sonra dönüş yolunda uçakta bir süre düşünme fırsatı buldum. Eşyalarla olan sahiplik bağımızı, onlara kattığımız değerleri ve yokluklarında yaşadığımız sıkıntıları, kişisel varoluşumuzdaki gerçeklik payları gibi konular uzun uzadıya geçip gitti zihnimin köşelerinden. Kaybedilen küçük bir eşyayı bulma çabasıyla ve bulamamanın verdiği çaresizlikle defalarca aynı yere sürekli bakıp durmanın paradoksal hislerini ne kadar istesem de tekrar yaşayamıyordum bu düşünceler geçerken beynimden. Evet, yaşadığımız tek gerçeklik an dediğimiz gerçeklik. Bunun dışında kalan tüm zaman kavramı bizim zihnimizde yarattığımız bir illüzyondan ibaret görünüyor. Ne kadar çabalarsak çabalayalım geçmişte yaşadığımız acı ya da tatlı bir tecrübeyi tekrar zihnimizde oluşturma çabamız boş bir gayret. Bu gelecek tecrübeler için de aynı şekilde geçerli ve aynı zamanda kişisel olarak sadece bize ait. Bir başkasının tecrübesini tam anlamıyla tecrübe etmemiz imkansız olduğunu bilmenin verdiği yalnızlık hissi ise bambaşka büyük bir konunun yazısı ki buradan solipsizm denilen öznel idealizmin yollarına varan, özetle “ben”den gayrı birşey yoktur diyen koca bir akım doğmuş. Ama hoca bunu tek cümleyle özetlemeye çalışmış tabi, damdan düşenin halinden damdan düşen anlar ancak. Tüm bu zaman, mekan, benlik, gerçeklik ve hakikate dair düşünce fırtınalarının içinde bu olayın bana günlük hayata dair öğrettiği en önemli pratik gerçek sanırım pasaportuma bundan sonra gözüm gibi bakmak ve en güvenli yerde saklamak olacak.

Sisifos

Yorum Yok

Yanıt yaz