Kalabalık Balkon

6 Posted by - 4 Aralık 2016 - Aralık 2016

Ben kendimi evde bırakıp sokağa çıktığımda hep böyle olur. Yağmur evdeki beni ıslatır. O gün de böyle bir gündü ve eve döndüğümde kendimi sırılsıklam buldum. Poşetleri tezgahın üzerine bıraktıktan sonra bir süre kimi beklediğimi bilmeden durdum. İnsan aynı yerde hareketsiz durduğunda, dünyanın hareketini daha iyi kavrıyor, o büyük yığının saatte 1.670 km hızla dönüşünü hissedebiliyor sanki. Bir anlamsız nokta olarak insan, evrende hiç durmuyor, sürekli hareket ediyordu. Bu hız beni yoruyor, ben durmaların insanıyım dedim kendime.

Öyle değil miyim iç ses ?

Yağmur şimdi balkondaki masaya yağıyordu. Masada dün geceden kalan kadeh, biber saksısından sıçrayan toprak ile teyemmüm ediyor, hiçbir zaman işlenmemiş  günahlarını affetirmeye çalışıyordu. İçine düşen her damlada kadeh başkalaşarak değişiyor, değiştikçe yok olmanın ne kadar da akla yatkın olduğunu ispatlıyor gibiydi.

Bu eve taşınalı henüz iki ay olmuştu ve o çıkma balkon bana, çocukluğumda annemin kucağında fotoğraf çektirdiğim, tütüne alıştığım, karşısındaki otel’in aralık perdelerinden ilk kez bir kadının memelerini gördüğüm çıkma balkonu anımsatıyordu. Evin pek ışık aldığını söyleyemem. Bir eve ışığın girmesi, sizin onu alacağınız anlamına gelmez üstelik. Ben güneşli günlerde, sahil boyu yaptığım yürüyüşlerde, gün gelir zerre kadar ışık almadan dönerim evime. Sonra soyunur dökünür yeni bir ışık çizer, üzerine yazılar yazarım.

Bunu en çok da, Süleyman sever. Yazdıklarımı, her akşam okumaya nasıl tahammül ediyor bilmiyorum. Her akşam balkonda oturup rakı içeriz; o yazıları okur, yenilerini sorar. Süleyman konuşurken, “herşey mümkündür” gibi hissettiren sesler yayılır ortalığa; herkes alacağını alır bu kalabalıktan. Ben kulaklarıma hücum eden tüm bu cümlelerden kurtulmanın yolunu araken, Metin usta bir toplayıcı gibi bir bir toplar bunları. “Bunları biriktirsen n’olur ki” diyemem ona. Zaten uzun zamandır aynı masada oturduğumuz halde, konuşmuyoruz da.  Rakıları ben dolduruyorum, sularını  Metin tamamlıyor, konuşmuyor. Süleyman hala konuşuyor. Uzaklardan, Refika adında bir kadın arkadaşından bahsediyor durmadan. Ben Refika’nın evli olduğunu, her ne kadar gözü dışarıda olsa da, kocası Rasim’i sevdiğinden bahis açıyorum.

Gazete de mi okumuştum Rasim’i sevdiğini ? Yok hayır, öyle olsa ilk sayfada haber olurdu bu. Manşet olacak değil elbet fakat yer bulurdu kendine sol alt köşede, Refika’nın kırmızı kalın dudakları. Peki dün müydü tüm bu olanlar ? Dün ne zamandı ? Dün bugünün eskimiş haliydi sanırım. Tıpkı bir eşya gibi, hiçbir özelliği değişmeden eskiyene dün deniyor.

Kapı çalıyor, Selim ile Refika gelmiş olmalı. Süleyman bozulmasa bari, el ele gördüğünde şimdi bunları. Doğruca balkona yöneldiler.Poşetler tezgahın üzerinde. Tüm suretler karmakarışık. Bilmediğim bir alfabede, sayfalar gözümün önünden kayıp gidiyor. Cümleler anlamsızlaşıyor.

Siz birbirinizi nereden tanıyorsun allah aşkına ?

Hayır, doğru değil bu. Poşetler neden hala tezgahın üzerinde ? Kim kurdu bu softayı bu baklona ? Metin rakı doldurmuyor. Süleyman sustu.

Koridorda kıpırtısız duruyorum. Refika bir fotoğraf uzatıyor avuçlarıma.  “Anne, sende mi düştün aklımın koyu kuytularına ?”

Bay C

1 Yorum

  • sisifos 13 Aralık 2016 - 19:41 Reply

    zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.

  • Yanıt yaz