HAFIZASIZLIK

8 Posted by - 9 Ekim 2017 - Ekim 2017

“Hayvanların yaptığı gibi neredeyse hafızasız yaşamak ve mutlu olmak mümkündür ama hiçbir şeyi unutmadan yaşamak imkansızdır.” diyor Nietzsche.

İnsanların, ailelerin, toplumların, devletlerin, dünyanın ayıplarını hatırlayıp başını öne eğen, geleceğinden endişe duyan, bugünü içinse elinden geleni yapan hafızası kuvvetli azınlık, acıya talip maalesef. Unutmadan yaşamanın imkansızlığı ile hatırlamanın verdiği burukluk arasında sıkışan çoğunluk ise nostalji denen kavramın içi boşaltılmış haliyle oyalanıyor. Geçmiş yaşanıp bitti, gelecek ise meçhul, tek gerçek yaşadığımız andır diyen ve birçoğumuz  tarafından yanlış anlaşılıp “motto” ilan edilen öğüt, insan doğasına aykırılığından olsa gerek hocanın dediği kategorisinden çıkabilecek gibi görünmüyor zira insan bir şarkıyla, bir kokuyla ya da bir fotoğrafla zamanda yolculuk yapabilen bir varlık. Anda kalmak, anı yaşamak söylendiği kadar kolay değil herkes için. Yaş ilerledikçe geçmişe duyulan özlem artsa da genç hatta çocuk yaşlarda da nostalji günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası. 1700’lü yıllarda literatüre bir hastalık olarak giren “nostalji” zamanla bugün kullandığımız anlama bürünmüş. Bir iç çekiş, ince bir sızı, anlamsız bir gülümseme hastalığın belirtilerinden bazıları. Bir tür melankoli. Azı karar çoğu zarar olanlardan kendileri. Yetenekli psikologların katkılarıyla devleşen reklam endüstrisi insanın yumuşak karınlarından olan bu olguyu es geçmemiş, masumiyetine aldırış etmeden tüketim kültürünün emrine sunmuş yaşadığımız günlerde de dibini sıyırmakta.   60’lar,70’ler,80’ler,90’lar sırasıyla moda, müzik, parti gibi alanlarda kullanılarak asırlardan beri doymayan ve asla doyuramayacağımız canavarları besliyor ne yaptığını bilmeden. Eski fotoğraflara bakıp bunu nasıl giyiyorlarmış dediğimiz, tuhaf ve demode bulduğumuz giysileri giyip, annelerimiz  örerken burun kıvırdığımız dantellerin modernize edilmiş plastik taklitleriyle evlerimizi dekore ediyoruz. Retro ya da vintage gibi havalı isimlerle de bu işi taçlandırıyoruz. Seneler önce izlediğim bir Woody Allen filmi, kendini yaşadığı çağa ait hissetmeyen bir yazarın bir şekilde zamanda geriye doğru yolculuk yaparken tanıştığı dahilerin de -Ernest Hemingway, Picasso, Dali, Gauguin gibi- aynı dertten müzdarip olduğunu fark edişini, ne kadar geriye giderse gitsin aradığını bulamayışını işliyor.Demek ki nerede o eski günler,ne varsa eskilerde var ya da buralar hep dutluktu şimdi her yer beton yığını gibi serzenişler zaman, kültür, kişi ayrımı yapmıyor.

 

Nedir eskileri bu kadar özlenmeye değer kılan? Fotoğraflarda gülme geleneği olmasaydı belki de böyle olmayacaktı. Hiçbirimizin aile albümünde boşanırken,ameliyat masasında,kavga ederken ya da herhangi bir haksızlığa uğrarken çekilmiş bir fotoğraf yoktur sanırım.Hafıza da- yoğunlaşmadığımız sürece-böyle işliyor olsa gerek, geçmişimiz mutlu anlardan ibaretmiş gibi, savaşlar, soykırımlar, kıtlık, göçler, ihanetler hiç yaşanmamış gibi… Ne de olsa öleceğini bilerek yaşayabilen bir türüz,bilen fakat idrak edemeyen. Şu da bir olasılık; geçmiş yaşanıp bitirilmiş,acı da olsa bir şekilde atlatılmış, artık başımıza iş açamayacak risksiz bir alan, ayrıca burada olduğumuzun, yaşadığımızın ispatı, bu da onu özlenmeye değer kılar. Buradaydım, dostlar ,anılar biriktirdim, geçmişte yaptıysam gelecekte de yapabilirim telkini huzur vericidir. Bu da insanın, bilinç dışı savunma mekanizmalarından biri olabilir. Ölüme çok yaklaştığımız anlarda “hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti” dedirtenle aynı cinsten. Kör ölür badem gözlü olur deyip konuyu hızlıca kapatadabiliriz. Bu da bir cevap, kaybettiğimiz, artık ulaşılmaz olan her şey gibi geçmiş de kıymetli ve güzel hatırlanır.Kolektif ya da bireysel hafıza yanıltıcı da olabilir,işine gelmeyen anıları siler ve bir şekilde sahibini korur böylece hayat daha yaşanır kılınır.Öğrenciyken yaşadığımız şehre okul bittikten sonra yapılan ziyaret hayal kırıklığına neden olabilir çünkü aslında özlem duyduğumuz şey şehir değil,o zamanın bize hissettirdikleridir,aynı sokaklarda aynı kişilerle yürüsen de nafile,artık o şehir senin müzendir.

Heidegger, varlık ile zamanın kesişmesini, geçmiş geçmişte kalmış değildir, bugünümüzü şekillendirir, bugün yaptıklarımız da geleceğe yansır şeklinde tanımlar. Böylece zaman geçtikçe bizimle birlikte sorular da büyür.Hafızasızlık mutluluktur diyenlerdensek eğer fırlatıldığımız hayatta sorgusuz sualsiz yuvarlanmak kaçınılmazdır.Nietzsche’ye göre tarihsel ve tarih dışı olma,bir insanın,halkın ve kültürün sağlığı için aynı ölçüde gereklidir.Denge, yine anahtar kelime…

Mavi                                  

Yorum Yok

Yanıt yaz