Uzun Burunlu İnsanlık

5 Posted by - 9 Kasım 2016 - Genel, Kasım 2016

Yaklaşık 13 milyar yıl önce, bugün uzay dediğimiz o büyük boşlukta (ki bazen insanın düştüğü boşluk bu büyüklüktedir) meydana gelen patlama ve sonrasında tetiklenen bir dizi olay sonrası, bugün insanlığın bir süreliğine ev sahipliği rolüne soyunduğu dünya tezahür etti. Dünyanın bugünkü yaşına baktığımızda, varolduğundan bu yana, baldırı çıplaklıktan hızlıca “modern” dediğimiz o vahşiye dönüşmemiz çok zaman almadı. 150 milyon yıl boyunca, dünya nimetlerinden faydalanan dinazorların, bir ampül bile yakamamış olmaları, henüz 50.000 yaşındaki insanlığı bu anlamda öne çıkarmakta.

İnsan da bu gazla, okyanuslara daldı, uzaya çıktı fotoğraf çekti, dinazorlar hakkında dinazorlardan daha fazla şey keşfetti. Ne yediler, nasıl ürediler herşey biliyoruz artık. Öğrendikçe, mütevazi tavrını kaybeden, daha fazla araştıran, araştırdıkça tüketen, tükendikçe tedarik etmeye çalışan bir metabolizmaya artık kimse dur diyemez bu topraklarda. Taşıtlar, binalar, barajlar, nükleer enerji, silahlar,savaşlar falan aldı yürüdü. Avcı toplayıcı toplumun naif tavrı her geçen binyılda öyle hızlı tüketildi ki, bügün avuç içi kadar kalan ve gitgide azalan doğal alanlara sıkıştırdığımız hayvanlardan, bugün “ahlak” diye adlandırdığımız ve hızla kaybettiğimiz davranışları gördüğümüzde şaşırır olduk. Bir çatıdan uzun namlulu silahı ile çocuk vurarak para kazanan, akşam televizyonda bir ceylanı avlayıp hamile olduğunu anladıktan sonra, oradan uzaklaşan aslanı görüp, ağlayan keskin nişancıların gezegenine dönüştürdük dünyayı.

Kazandığımız topraklar, öldürdüğümüz insanlar ve diğer tüm şeyler, hep bir değerin parçası olarak sunuldu önümüze ve bizler o değere ulaşabilmek için getirdik görevlerimizi yerine. Görevimiz ne kadar kanlı olursa olsun, kendimizi akladığımız, akşamında yediğimiz yemekten, içtiğimiz şaraptan ve attığımız kahkahadan belliydi.

Tasarlayarak hayata geçirdiğimiz bu kesif karanlıkta, pempe pamuk şekeri gibi hayatlar kurmak ve onlara süslü isimler takarak birer değer haline getirmek de bizim işimizdir. Aldığımız evler, arabalar, tek/çok taş yüzükler, masif parkeler, ipek gömlek, safranlı pilav. Gökyüzü bile aldı nasibini bizden. Elimize sağlık.

Tükettik.

Üredik de aynı anda. Evlendik, evlenmeden seviştik (o çocuklara da  isimler taktık) ve dinazorlardan daha uzun hüküm sürmesini beklediğimiz ve hiçbir zaman bir hayvan kadar “değer nedir” bilmeyecek olan nesli sürdürme devam ettik.

N’olur, kızmayın hemen. Bizim bütün kızlarımız prenses, bütün oğlanlarımız süper kahramandır. Sanırım masallardaki iyiliğe ihtiyacımız olduğundan böyledir. Onları öyle bir yetiştiriyoruz ki, ellerimiz dert görmesin, ayaklarına taş değmesin. Çok değerliler, ne de olsa soyumuzu devam ettirecekler. Tükene tükene üremek bu olsa gerek. Tüm bildiğimiz değerleri onlara da aşılayacağız. Aşı tutarsa ne ala, tutmazsa onlara deli diyebiliriz.

 

İddaa o ki, dinazorları yok eden büyük meteor çarpmasında, hayata tutunabilen tek memeli, uzun burunlu faredir ve tüm memelilerin atasıdır. Bugün onlar da, insanın hükmünün atası olan ilk imparatorluklarıda toprak altında.

“En değerli şey, ne kadar değersiz olduğumuzu idrak etmemizdir”.

 

Ahşap Stoa

Yorum Yok

Yanıt yaz