Olmamanın Sesleri

4 Posted by - 4 Ocak 2017 - Ocak 2017

Bazı sabahlar diğerlerinden farklıdır. Bu sabahta, yağmurun su birikintilerine düşerken sıçrattığı çamurun, salonunun yegâne ışık kaynağı olan penceresinde yarattığı karanlık odayı doldururken gözlerini açtı Sedat. Yataktan kalması için tek sebebi iş olanların duyumsadığı kötümserliği her zamankinden daha yoğun hissediyordu. Yorganın altında ayaklarını birbirine sürttü, yastığına biraz daha sokuldu sonra bacaklarını karnına doğru çekerek kirli beyaz çarşafının üzerinde cenin pozisyonu aldı. İki yıl önce kaybettiği annesini düşündü. Onun gidişinin her şeyin sonu olacağına inanarak yaşamıştı bugüne kadar. Fakat her şey aynıydı. Belki de her şeyin aynı oluşu sonun kendisi idi. Bir yandan annesi öldükten sonra kendisi hala yaşıyor olduğunu için hicap duyuyor bir yandan da aynı şiddetli duygu ile babasını suçluyordu. Yatakta pencere tarafına dönerken bir ayağı yorganın dışına çıktı. Oda soğuktu ve yağmur devam ediyordu. Komodinin üzerindeki telefonuna uzandı; alarmı, patlamasına saniyeler kalan bir bombayı etkisiz hale getirirmişçesine gerginlik hissederek, çalmadan durdurdu. Alarmın çalması, mekanik bir koşuşturmacanın başlangıç düdüğü idi. Onun susturmak, birçok şeyin sesini duymak olabilir diye düşünüyordu. Çevremizdeki seslerin ve yine sesler içindeki alt seslerin, bir başka yaşamın var olma umudunun üzerinin örttüğüne inanıyordu. Ona göre her şeyin bir sesi var. Gözlerini tavana dikti, onu dinlemeye koyuldu. Üst katta oturan yaşlı teyzenin topuklarını yere vura vura yürümesinden başka şeyler söylerler tavanlar; maviye boyarsan, evin içinde gökyüzü diyebilirsin onlara diye düşündü. Gökyüzüne ağ yapmış bir örümcek gördü sonra, içi rahatladı. Bu evde kendinden gayrı tek canlı formun, bir süredir kurutmaya çalıştığı, sağ ayak başparmağındaki mantar olduğunu sanıyordu. Daha önce hiç bir örümceğe minnettarlık duyduğunu hatırlamıyordu.

Dışarıda yeni sesler var. Çocuklar okul servisine yetişebilmek için, merdivenleri ikişer ikişer atlarken, birisi kapının önündeki süt şişesine çarparak dökmüş olmalı ki, apartman yöneticisi Akif bey arkalarından küfrediyor. Oysa dökülen sütü kedilerin içeceğini gün gibi biliyor. Yine de arkalarından bağırarak, adımları ile yetişemediği çocukları, avazı ile kovalamaya devam ediyor. Çocukların tıknaz olan, çevik bir adımla kendini servise atıp kapıyı kapanınca, Akif bey ’in sesi sokağa bırakılmış sahipli bir evcil hayvan gibi orada öylece kalakalıyordu. Artık sahibine de dönemez. Fakat varlığı ile her akşam okuldan gelen çocukları korkutmak için sonsuza kadar orada yaşayacak.

Hiç evcil havyanı olmamıştı. Hayatındaki en evcil kişi kendisi olduğu içindi belki de. Varlığı ile yokluğunun belli olmamasının sebebini kendinde değil, varlık ile hiçlik arasındaki henüz çözülmemiş görüngüye bağlıyordu. Kendisi yoktu da, ofisteki Metin bey var mıydı sanki? Metin Bey ’in kendini var sanıyor olmasının sebebi, Jale hanımla yatmasıydı diye düşündü. Kendisi Jale Hanım ile yatabilseydi, varlık ile yokluk tamamen aynılaşırdı onun için. Jale Hanım’ın yatağını düşündü, yatağının içindeki omuzlarını, sonra karnının inip çıkışını. Metin vardı, Jale vardı, kendisi yoktu. Hiç olmanın, görünmez olmanın avantajlarını düşünmeye çalıştı. Bazı insanlar kötü giyimleri ile bazıları biçimsiz vücutları ile vardılar. Bu fark edilişin kenarında olmak güzeldi. Peki ya Jale, peki ya diğer çalışma arkadaşları, seyyar satıcılar, otobüs bekleyenler, bir bankta yanına oturduğu, kesekâğıdı içinde sakladığı şarabı, bıyıklarına bulaştırarak içen o evsiz. Kimse mi fark etmiyordu onu?

Yatağından ve düşüncelerinden ayrılmak istemiyordu. İşe gitmemeye karar verdi ve verdiği bu karara şaştı. “Ben bunu nasıl yapabiliyorum” diye düşündü bir süre. Saat 08:00’e geliyordu. Yorganın dışında kalan ayağına baktı, artık üşümüyordu, üstelik sağ ayak başparmağındaki mantar yok olmuştu. Üç gündür düzenli olarak sürdüğüm krem işe yaramış diye düşündü. Neden geldiğini anlayamadığı bir hanut kokusu ile yeniden uykuya daldı.

 

Saat 11:00’e yaklaşmasına rağmen Metin bey henüz fark etmemişti onun işe gelmediğini. Öğle yemeğine doğru, yangın merdivenlerine sigara içmeye çıkmayan Sedat’ı fark eden sadece hemşerisi çaycı Hüseyin idi. Ev telefonu olmadığı için cep telefonunu defalarca aradılar fakat ulaşamadılar. Metin bey, Jale Hanım’a bir ihtarname doldurması için talimat verdi. Böylece Sedat’ın adı, işe girdiğinden beri ilk kez Jale Hanım’ın gündemi oldu.

Öğleden sonra ihtarnameyi elden teslim etmek için görevlendirilen Hüseyin, Sedat’ın yaşadığı apartmana vardığında, yüzü örtülü, mor renkli başparmağı örtünün dışında kalan birinin ambulansa bindirildiğini gördü. Akif Bey ‘in sokağa bırakılmış sesi Sedat’ı uğurladı. Çocuklar henüz okuldan dönmemişti.

 

Bay C

Yorum Yok

Yanıt yaz