Amansız Arayış

4 Posted by - 6 Nisan 2017 - Nisan 2017

Önce büyük patlamayı düşünüyorum. Sonsuz karanlıklardan bir anda ve hiç de gereği yokken, o huzur dolu sessizlikten ve yokluktan, acılara ve ayrılıklara yol açacak varlık serüveninin başlangıcını.

Sonra hidrojeni ve koca yıldızları düşlüyorum biraz da. Bitip tükenmek bilmeden saçtıkları enerjiyi hissediyorum sanki iliklerime kadar. Uydularıyla ve yörüngeleriyle dolana dolana salınmalarını canlandırıyorum gözümün önünde. Devasa cüsseleriyle nebula ve süpernovaları da düşünürken o göz kamaştıran ve akıllara durgunluk veren patlamalarını hayal ediyorum.

Ve sonra kara delikleri düşünüyorum biraz da. Algımızdan fazlası olmayan zamanı ve mekânı yokluğa çeken akıl almaz çekim güçlerini düşünürken zihnimin enerjisini de yutup bitiriyor gibiler. Olay ufkunu ve ötesini düşünüyorum ışığın bile kendinden kaçamadığı.

Thales’ten başlayıp Newton’a, Kopernik’e ve oradan Einstein’a ve Planck’a süre gelen düşünceleri ve Heisenberg’in tüm belirsizliklerini ipe diziyorum tek tek zihnimde. Schrödinger’in yaramaz ve meraklı kedileri aklıma geliyor bazen. Gülümsüyorum.

Durağan ve deterministik evren çarpıyor zihnime bazen. Sonra kuantum dalgalarıyla yumuşatıyorum sarsılan zihnimi. Ruhumun kıyılarına çarpan olasılık dalgalarıyla sarsılıyorum. Elektronların hangi yarıktan geçtikleri kimin umurundaki zaten.

Sudan karaya çıkan ilk hayvanlar aklıma geliyor bazen. Afrika’da mutlu mesut yaşayan primat atalarımız bir film şeridi gibi geçip gidiyor gözlerimin önünden. Hani o çok iyi bildiğimiz iyi ve kötüyü henüz daha icat etmemişlerken. Ve daha henüz o ilk çit çekilmemişken araziye.

Bütün uğursuzluğu ve kasvetiyle tarım ve sanayi devrimleri geliyor aklıma. Sömürgeler, krallıklar, devrimler, imparatorluklar. Birer birer tomurcuklanıp yok olan, varlığından haberimizin dahi olmadığı yaşamlar. Film şeridi gibi gelip geçiyor gözümün önünden koca insanlık tarihi bütün acımasız varoluş çabasıyla.

Sil baştan yapıyorum sonra. Bir umutla önce Freud’a sarılıyorum. Pavlov’un köpekleri kovalıyor rüyalarımda bazen. Sonra biraz varoluşumu düşünüyorum yaşlı Heidegger ile köy yollarında. Sahi varoluşumuz önce mi geliyor özümüzden? Nietzsche ile dertleşiyorum geceleri yüksek ve karlı dağ başlarında. Aradığım cevapları bulamadıkça kelime oyunlarıyla avutuyorum kendimi bazen de Wittgenstein gibi.

En son seni düşünüyorum yine yeniden. Bütün bu olanların bir anlamı olabilir mi? Bütün bu saçmalık yığını seni düşlediğimde içimde bir bahar esintileri hisleri açıklayabilir mi? Gözlerinin rengini, ellerinin sıcaklığını, saçlarının dökülüşünü hangi teori anlamlandırabilir? Hangi sebepler ya da olasılıklar zinciri bizi getirmiş olabilir bir araya? Ve hangi nedenler bizi birbirimizden ayırır söylesene. Ne kuantum teorisi, ne uzay zaman. Ne kapital, ne de emek değer teorileri. Ne genetiğimiz ne de evrimimiz. Yetmiyor hiçbiri bir gülüşünün anlamını ve içimdeki bir bir yıkılan kaleleri sana anlatmaya.

Sisifos

Yorum Yok

Yanıt yaz