Kara Sinek

5 Posted by - 8 Kasım 2017 - Kasım 2017

Sıcak bir öğle üzeri saatleri, ege denizine kıyı tatil kentlerinden birinin görece olarak daha sakin bölgelerinden birinde, salona özensizce yerleştirilmiş, o eski kahvehanelerden alışkın olduğumuz ahşap sandalyelerden birinde dirseğimi masaya dayamış halde oturuyordum. Aslında dışarı çıkmam gerekiyordu ama nedenini çok da anlayamadığım bir şekilde yığılıp kalmış gibi hissediyordum kendimi o sandalyeye. Hemen önümdeki pencereden içeriye giren ışığın parlaklığı ve gücünden bile havanın sıcaklığı görsel olarak anlaşılabiliyordu. Odada çalışan bir klima falan yoktu. Pencerenin tek tarafı her ne kadar açık olsa da en ufak bir esintiden eser bile yoktu ortamda. Beni o an orada tutanın ne olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum. Dışarının insanı boğan sıcağından biraz olsun kaçmak için mi yoksa sadece dışarıda olmamak için bilinçsizce kendimi ortasında bulduğum bir ortam mıydı bilemiyorum. Güzel eğlencelerine dahil etmek için beni bekleyen dostlarım olduğunu bildiğim halde o anda orada çöküp kalmıştım işte. Hava, bir tiryakiyi bile sigaradan soğutacak kadar sıcaktı.

 

İçinde bulunduğum durumu düz yazı ile dile getirmek oldukça güç görünüyor. Şiir yazmayı ise oldum olası beceremedim. Bir çeşit dalgınlık anı gibi, pencereden süzülen güçlü güneş ışığından geçerek camın hemen ilerisindeki hareketsiz ağaç dallarından mavi gökyüzüne doğru çevrili gözlerim, aslında bu saydıklarımın hiçbirini görmüyordu. Sonra bakışlarım bir anda pencerenin kapalı tarafında kalmış kara sineğe odaklandı. Sineğin ısrarla cama çarparak çıkardığı rahatsız edici vızıltı bir anda tekrar gözümün önünde olanlara odaklanmamı sağladı. Bir anda tüm odağımda yalnızca bu küçük sineğin olanca gücüyle dışarı çıkma çabası kaldı. Sinek önündeki camı görmüyor ve ısrarla, durmadan cama doğru olanca gücüyle hamle yaparak çarpıp geri zıplıyordu. Bakışlarım bulanıklaşmaya başladı bir anda. Her şeyden bir anda soyutlanarak sadece bu sahneye odaklanmıştım. Sinek nasıl oluyor da önündeki camı fark etmiyordu? Hadi diyelim ki görsel olarak camın saydamlığından dolayı camı fiziksel olarak görmüyordu. Ama yine de bu camın varlığından nasıl habersiz olduğunu açıklamaya tam olarak yetmiyordu bence. Çünkü her ne kadar görsel duyu olarak camın varlığından habersiz olsa bile sürekli aynı yere çarpıp geri dönmesinden bir süre sonra bir çıkarım yapması ve burada bir şeyler olduğunu düşünmesi gerekirdi. Sürekli aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemekle ilgili o ünlü sözü hatırlattı bu durum bana. Yine de küçük bir kara sinekten bu kadarını beklemek fazlasıyla aptalcaydı çünkü bu tür çıkarımlar ancak bizim gibi akıl sahiplerinin işiydi. Ya da böyle miydi gerçekten?

 

Bakışlarım iyice bulanıklaşmaya başlıyordu. Ağustos sıcağının her şeyi buharlaştırmaya başladığı o öğle saatlerinde benim de bilincim ve düşüncelerim iyice hafiflemiş, havada daireler çizerek hafifçe salınmaya başlamışlardı bile. Israrla cama çarpmaya devam eden kara sineğin çıkardığı ses sinir bozucu olmaktan çıkmış ve yerini bu bulanık hissiyatın verdiği ritmik sesle birlikte bir tür akışa bırakmıştı. Bir karış yanındaki bahçeye açılan açık boşluğu görmeyip ısrarla cama çarpmayı sürdüren sineği önce akılsızlıkla suçlamış, anlam verememiştim. Daha sonra sineğin zaten akıl dediğimiz yetkinlikten yoksun olduğunu hatırlamıştım. Peki ya biz akıl sahipleri? Ya ben? O an birden projeksiyonun kendime doğru döndüğünü fark ettim. O cama sürekli çarpıp geri gelenin kendim olduğunu düşündüm. Evet şimdi her şey daha farklı bir boyutta netlik kazanmaya başlıyordu. Sürekli aynı hataları yapıp cama toslayarak geri dönüşlerimi düşünmeye başladım. Hep aynı aksiyonları alıp hep aynı cama toslayarak geri düştüğüm anları düşününce bunu kısaca hayatımın özeti demem mümkündü. Küçük bir kara sineğin birkaç dakikalık yaşadığı sorunun benim tüm hayatımın ana merkezindeki sorunu bu kadar doğru yansıtabilmesi ürpertici bir deneyimdi. Evet, geriye dönüp bakınca, ısrarla aynı hataları sürekli tekrarladığımı görüyordum. Önümde sanki göremediğim bir engel vardı. Bir türlü aşamadığım bu engele her seferinde olanca hızımla toslayıp geri savruluyordum. Anlık sersemlemenin verdiği acıyla bir süre olan biteni anlamaya çalışıyordum. Fakat bu işlemi etraflıca ve olması gerektiği gibi yapmadığım için hemen işe koyuluyor ve aynı hatayı bu sefer küçük bir açı farkıyla başka bir yönden yine yapmaya başlıyordum. Sonuç yine aynı hüsran tabi ki. Gözümün önündeki camı bir türlü görmüyordum. Buradaki alegoriye hemen hemen her şeyi yerleştirebilirsiniz. Birçoğumuz aynı tokatları hayattan defalarca yemişizdir ama ne hikmetse aynı cama kafa atmaya devam ederiz.

 

Immanuel Kant aydınlanma nedir sorusuna verdiği yanıtta, “insanın kendi kusurunun sonucu olan bir ergenlik halinden, bir rüşde ermemişlikten çıkıştır” diyerek benzer bir “çıkış” tan bahseder. Daha da öncesinde Platon aydınlanmayı ünlü mağara alegorisiyle betimleyerek, şeylerin gölgelerinden kurtulup göz alıcı parlaklığıyla mağaradan “çıkarak” şeylerin gerçekleriyle karşı karşıya kalma hali olarak anlatır. Daha yakın tarihe gelecek olursak, Ludwig Witgenstein felsefeyi tanımlarken “Felsefenin amacı nedir? Şişeye düşen sineğe ‘çıkış’ yolunu göstermektir” benzetmesini kullanır. Tüm bu ve buna benzer örneklerden anlayabileceğimiz üzere, şeylerin hakikatine dair birazcık düşünce mesaisi harcayan her insan belirbir bir düzeyde aslında hiçbir şeyin bildiğimizi zannettiğimiz gibi olmadığını fark edecektir. Tüm yanılgılarımız, tüm hayal kırıklıklarımız, tüm başarısızlıklarımız ve üzüntülerimiz, bütün bu cama çarpıp geri gelme şeklinde tecrübe ettiğimiz acı gerçeğin özünde yatan şey aslında bu benzetmeye dayanır. Hakikate dair edindiğimiz veya getire geldiğimiz yanlış düşünce ve yargılar bizi her seferinde cama çarpmaya mahkûm etmektedir. Büyük düşünür ve söz ustalarının bahsettiği gibi yaşanabilecek bir aydınlanma belki bizi camdan geçmemizi sağlamaz ama en azından sürekli cama çarparak boş çaba harcamamızı ve kendi canımızı sürekli yakıp durmamızı bir nebze olsun engelleyebilir. Benim payıma o birkaç dakikalık dalgınlık oldukça yoğun ve ufuk açıcı bir zaman aralığı haline gelmişti. Belki bir aydınlanma yaşamamıştım ama aydınlanmaya dair verilen bütün o örnekleri bir anda gözümün önünde görüp, kendim tekrar baştan bir anlığına keşfetmiş kadar bahtiyar hissettiğimi hatırlıyorum kendimi.

 

Sinek halen cama çarpmaya devam ediyordu. Bir an bakışlarımdaki bulanıklık hali duru bir görüntüye evrildi ve oturduğum yerde doğruldum hafifçe. Hakikatten uzaklaştığımız ölçüde bu cama çarpmaya biz de devam edeceğiz. Hakikatin kendisinin cama çarpmaktan daha çok can yakmayacağını kimse iddia edemez. Ama yine de idrakine varmadan bilemeyeceğimiz bu ön yargıyı bir kenara bırakarak bu cama çarpıp durmanın önüne geçmek için bir nebze düşünmenin zamanı geldi bence. Yoksa dünya bize ilelebet çelişkilerle dolu bir yer gibi gelmeye devam edecektir.

 

Sisifos

 

Yorum Yok

Yanıt yaz