Mavi Sandalye

9 Posted by - 5 Mart 2017 - Mart 2017

Gün boyunca, yurtdışından gelen misafirler ile yaptığımız toplantı bitip, insanın ana dilinin ne kadar geniş ve sınırsız bir özgürlük alanı yarattığını düşünerek sokak aralarında gezerken, gayri ihtiyari bu mavi sandalyeye oturdum. Kafam allak bullaktı. Bir süre kıpırdamadan sokağı izledikten sonra önüme konan çayı yudumlarken anladım, oturduğum mavi sandalyenin bir meyhaneye ait olduğunu. Meyhane sözcüğünün, bilinçli bir şekilde yıpratılarak, kıllı börtlü adamların içki içerken kadınlardan bahsettikleri, karanlık tarafa ait bir yer olarak sunulmasına okkalı bir tokat çakan, kadınlı erkekli grupların demlendiği, testosteron kokusunun karanfil kokusuna yenik düştüğü bu mekan, Egeli kadınları boyun eğmez birer Lilith’e dönüştürüyor, kendimi mavi sandalyeye ait hissetmeme neden oluyordu. Şarkı aralarında anlatılan anekdotları, unutulduğunda kadeh kaldırarak yerleri doldurulan mısraları ve tüm bunların bana düşündüren, Dünya dediğimiz o yassı kürenin bazı anlarda böyle güzelleşebilmesi, yağmur sonrasında görünen gökkuşağının şaşırtıcılığını taşıyordu.  Anlaşıldı, bu çay beni kesmeyecek.

  • Bana bir 35’lik.

İlk yudumda hafiflemiş hissediyorum. Rakı denen bu mucizenin, insana yaptıkları ne tuhaf. Sanırım gücünü sofranın tamamlayıcılığından alıyor. Beyaz masa örtüsü üzerine dizilen çeşit çeşit zeytinyağlılar da, o olmasa sanki anlamlarını kaybedecek, uzay-zaman da kaybolup gidecekler. Birliktelerken sofra sonsuz çekim gücü ile bir kara deliğe dönüşüyor, bütün inceliksizlikleri emip yok ediyor. İşte ben bu inceliksizliklerin gezegeninden bir yolculuğa çıkıyorum. İki kadehlik seyahatten sonra mekikten ayrılıp bir modüle binerek, her şeye süslü isimler takan necip ırkımızın, yakın zamanda onurlandırmayı amaçladığı bir gezegene ineceğim. Bu görevde yalnızım ve sanırım insanlığın kaderi de bana bağlı. Tam bir kahramanım anlayacağınız. Yaklaştıkça yüzeyin beyaz bir örtü ile kaplı olduğunu, rapor ediyorum. Cevap alamıyorum. Birden çok, irili ufaklı kraterler ve içlerinde tanımlayamadığım maddeler görüyorum. Kesif bir duman yükseliyor yanardağın ağzından sesler ile birlikte. Sesleri dinliyorum.

Bu gezegende canlılık ile ilgili araştırma yapmalıyım. Kendi gezegenimde bu kadar çok ölüm varken bir başka gezegende yaşam aramaya gitmek ne kadar da ironik. Yaşam formu bulursak ne yapacağız? Onu da mı sömüreceğiz? “Seni kim yarattı” diye sorup, henüz cevap vermeden kendi tanrılarımızın bir sunumunu yapabiliriz mesela. Eskisinden yenisine sayarız tanrılarımızı, onların elçilerini ve vasıflarını. Eminim birini seçecek kadar akıllıdırlar. Sonra biraz da ekonomi öğretmemiz gerekecek çünkü eminim bunlar hala avcı-toplayıcıdır. Tarıma geçişin öncüsü olacağım için çok heyecanlıyım. Bakalım bahçesine kazığı çakıp, ilk çiti kim çekecek? Çitten içeri gireni ilk kim vuracak? Napsın yani? Vurmasın da beslesin mi? Beslesin tabi ne var. Ne de olsa henüz insan yok burada, hem ben ayak basmış olsam bile o kadar kirlenmiş sayılmaz. Sayılmaz mı?  Nasıl da temize çekiyorum kendimi. Bu garip gezegendeki yer çekimi böyle demek ki, insanı temize çekiyor. Ayak bastığında içindeki bütün öfkeleri, hırsları, aşılmaz egoları çekiyor, tertemiz bir sen bırakıyor geriye. Böyle düşününce anlıyorum ki,  bu gezegen insanların yaşaması için pek de uygun bir değil. Yer çekiminden sonra geriye bir şey kalacak mı insanda. Kalsa bile uzun zamandır unuttuğu bu değerler ile yaşayabilecek mi acaba?  Ahlak alerji yapmayacak mı? Ya incelikli olma sancıları?

Sesler duyuyorum, çok yakından. Uyarı sinyalleri bunlar ve oksijen seviyem sürekli düşüyor. “Merkez, merkez yardım edin”. Kaskımın arkasından son bir kez bakıyorum bu gezegene. Bir kazık bile çakamadan gidiyorum ya ona yanıyor için. Ah, keşke kıyafetimin cebine bir kutsal kitap koysaydım da şu garibanlar insanlık görselerdi. Hangisinin olduğunun pek de önemi yok bence. Daha çok yapacak işimiz vardı bu gezegende, ilk salvoda pert olduk iyi mi?

Artık soluğum kesik kesik, ölüm bu olabilir mi? İnsan ırkının görkemli hızına hiç uymayacak bu yavaş ölüm. Son bir çaba ile çıkarıyorum kaskımı, şaşkınlıktan boğulacak gibi oluyorum. “Nefes alabiliyorum, nefes alabiliyorum merkez. Bu gezegende kirletilmeye hazır bir hayat var.”

Garson omzuma dokunuyor, “abi Dünya’ya indiysen bir duble daha doldurayım ?”

Bay C

Yorum Yok

Yanıt yaz