Her şey yerli yerinde

6 Posted by - 9 Ekim 2017 - Ekim 2017

Başım nasıl da ağrıyor çatlarcasına. Göz kapaklarım olanca ağırlıklarıyla birbirlerine bastırıyorlar açılmamak için. Yine o lanet olası ertesi günlerden biri. Halbuki her şey dün gece bitmeliydi. Her şey yerli yerinde ve en güzel halindeyken, başım hafif hafif dönerken bitmeli ve o hiçliğin mükemmelliğine sıyrılıp gitmeliydi her şey. Başımı hafifçe yana çevirip bakıyorum. Sanırım giriş kapısının önündeki holde yere yığılıp sızmış olmalıyım.

Bir gariplik var havada. Yolunda olmayan bir şeyleri hissediyor gibiyim. Güç bela sol elimden kuvvet alarak sırt üstü dönüyorum. Göz kapaklarımı hafifçe aralayıp boş gözlerle tavana bakmaya başlıyorum bir süre. Çok garip. Tavandaki lambanın olması gereken yerden bir üçlü priz sarkıyor. Ucunda ampul falan da yok. Bir süre gözüm bu saçma sapan sahneye takılı kalıyor öylece. Sonra gözlerimi iyice açabildikten sonra bir güçle toparlanarak doğrulup kalkıyorum.

Dizlerimde derman yok, başım çatlarcasına ağrıyor ve bir şeyler ters gidiyor hissi midemi iyice rahatsız ediyor. Kendime gelmem için yüzümü yıkamam lazım diyerek lavaboya yöneliyorum. Musluğu çevirdiğimde musluktan su yerine hava gelmeye başlıyor. Elime çarpan sıcak havayı o anki şaşkınlıkla farkına varmadan avuçlarıma su doldurmuşçasına yüzüme götürüyorum. Sersemlemiş halim sıcak havanın da etkisiyle kendime gelmemi iyice zorlaştırıyor. Yüzümü yıkadıktan sonra her zaman yaptığım gibi başımı kaldırıp aynada kendime bakma istiyorum ama doğrulduğumda aynanın olduğu yerde mutfaktaki küçük ekran TV ekranı var. Ne kadar saçma! Bana kendimi göstermeyen aynanın ne faydası olabilir ki.

İçim yangın yeri gibi ve bir damla suya muhtacım. En azından içmek için biraz su bulabilirim ümidiyle mutfağa geçip buz dolabına yöneliyorum ama buzdolabı yerinde yok. Yerinde küçük bir elbise dolabı var. Kafam iyice karışıyor. Biraz da korkarak dolabın kapağını ürkek ellerle aralıyorum. Elbise dolabının içi kitaplarla dolu. Mutfaktaki elbise dolabının içinde bulunan onlarca kitaba öylece bakakalmışken içimden hala rüyada olduğum hissi geçiyor önce. Acaba biraz daha uyuyup uyansam her şey düzelir mi? Kapağı usulca kapatarak yatak odasına yöneliyorum. Kendimi yatağa atmam lazım. Bu bu boğucu düzensizlik olsa olsa bir kâbus olabilir.

Yatak odasına girer girmez, perdelerin de kapalı olmasından dolayı hafif karanlık odada ilk gözüme çarpan, yatağın çapraz köşesinde öylece duran, ön kapağındaki ışıklı gösterge ekranı parıldayan buzdolabı oluyor. Bu hiç mantıklı değil. Buzdolabının yatak odasında ne işi var. Lanet olsun o kadar susadım ki, şu anda bunu düşünecek halde değilim diyerek dolaba yönelip kapağını açıyorum. Karşımdaki manzarayı tahmin edememiş olmam tamamen benim aptallığım. Buz dolabı ağzına kadar ayakkabı ve terliklerle dolu. Süet ayakkabılar soğuktan buz kesilmiş, tahta gibi sertler. Hiçbir şey yerli yerinde değil. Delirmemek için özel bir çaba sarf etmem gerektiği çok belli. Şu an tek yapmam gereken kendimi yatağa atıp uzun bir uykuya dalmak ve uyanınca tüm bu saçmalıkların biteceğini ummak. Büyük hayal kırıklığı ile buzdolabının kapağını kapatmadan sırtımı yatağa doğru vererek yatağıma kendimi salıveriyorum. Yumuşacık yatak ve yorganların içine gömüleceğim umuduyla kendimi serbest düşüşe bırakmışken sırtım ve en son kafam sert bir şeye çaaaaaat diye çarpıyor. Geri sekerek fırlıyorum yataktan. Ne oluyor burada diyerek nevresimi kaldırıyorum. Yatağın içinde yeni almış olduğum dev ekran LCD televizyon sanki dün geceden yatırılıp masalı okunmuş edasıyla yerleştirilmiş. Yok hayır, bu kâbus olmalı. Bunların hiçbiri gerçek olamaz.

Hiçbiri mantıklı değil. Zaten kafamın sersemliği geçmemişken başımı sert bir yüzeye vurmanın da etkisiyle iyice sendeliyorum ayakta. Gözlerim açılıyor sanırım şimdi. Bir anda etrafıma bakmaya başlıyorum. Hiç ama hiçbir şey yerli yerinde değil. Gardırobun yerinde ayakkabılık var. Ayakkabılığın rafları sıra sıra meyve sebzelerle dolu. Heyecanla çıkıyorum yatak odasından. Salona atıyorum kendimi ama orası da çok farklı değil sanki. Gardırop salonda köşedeki konsolun olması gereken yerde. Koltuk yerinde görmenin sevinci ve olan bitenin yorgunluğuyla tüm ağırlığımı bırakıveriyorum koltuğun üstüne. Hemen yanımda sesini sonradan fark ettiğim sessizce çalışmakta olan çamaşır makinesini fark ediyorum. Çamaşır makinesinin içi envaı çeşit renkli meyvelerle doldurulmuş.

Dönüp dururken renk cümbüşüyle insanı kısa süreliğine hipnotize ediyor. Televizyon sehpasının üstünde bulaşık makinesi var. Makinenin üstüne özenle yerleştirildiği belli olan dantelli bir iç çamaşırı bile koyulmuş örtü edasıyla. Biri bana şaka yapıyor olmalı herhâlde. Her şeyin bu kadar absürt olması normal mi? Tüm bu gereksiz saçmalığın hiçbir anlamı yok. Her şey görünüşte temiz ve düzenli ama hiçbir şey yerli yerinde değil. Belki de bende bir yanlışlık var. Belki olması gereken bu ama ben yanlış anlamlandırıyorum her şeyi. Belki de gerçekten tüm giysilerim hep yemek masasının üstündeydi ve öyle olması gerekiyordu. Olabilir mi? Bilmiyorum. Başım dönüyor biraz sanırım. Oysa dün gece her şey ne güzeldi. Her şey yerli yerinde tam da olması gerektiği gibiydi. Tam karşımda sen vardın mesela. Kadeh, ince bileğini burkarak dirseğini dayadığın elinde hafifçe sallanırken tam olması gereken yerdeydi.

Ya gözlerin! Onlar da tam olması gereken yerdeydiler. Masada her şey olması gerektiği gibiydi. Beyaz masa örtüsü üzerine düzenli bir şekilde dizilmiş küçük meze tabakları ve kadehler. Masanın tam üzerinde ince bir tel vasıtasıyla tutturulmuş sarı ışık yayan ampuller. Yanımda hayatın anlamına dair bitip tükenmek bilmeden yaptığım can sıkıcı sohbetlerimde bana katlanan sen sevdiğim dostlarım. Ruhum da tam burada benimle birlikte, tam olması gereken yerde.

Kalabalık masada onca ses arasında ben bazen biraz dalıp bakıyorum etrafıma, biraz da sana. Ne kadar yerli yerinde her şey. Hafifçe esen meltem, saçlarını tam olması gereken anda okşayıp savuruyor hafifçe ve getiriyor kokunu bana.  Arkada kulağa çalan hafif bir Rum müziği ve az öteden gelen dalga sesleri. Hepsi senin sesine karışarak en güzel harmoniyi yakalıyorlar. Gülüşlerin karışıyor dalga seslerine. Her şey yerli yerinde! Her şey tam ve olması gerektiği gibi! Eksik bir şey yok!

Oysa şimdi gerçekler bambaşka bir görüntüyle yüzüme çarpıyor. Acaba hangisi gerçek? Dün gece yaşadıklarım mı bir rüyadan ibaretti? Yoksa gece gelip sızdığım evde halen uykudayım da şu an gördüklerim mi bir rüyadan ibaret? Gerçeklik algımı kaybediyorum galiba. Doğrunun ya da olması gerekenin ne olduğu kimin umurunda ki. Hangisi doğru ya da gerçek bilmiyorum ama ben kendi adıma şeylerin yerli yerinde olmasını istediğime eminim. Aynen dün akşam olduğu gibi.

 

Sisifos

 

1 Yorum

  • Bay C 12 Ekim 2017 - 23:16 Reply

    Felsefe yazıları ile zihnimizi kurcalayan yazardan gerçeküstü bir hikaye. Yenilerini de heyecanla bekliyorum.

  • Yanıt yaz