Haklı Olmak

5 Posted by - 5 Şubat 2017 - Şubat 2017

Yüzümüzden anlaşılır hemen haklılığımız. Bazen olgun bir gülümseme, bazen tepeden bir bakış, bazen hiç bakmayış olarak gelir yerleşir simalara. Tüm patırtı bittiğinde haklısın özür dilerim diyeni bile teselli eden bir ses vardır zihninin kuytularında büyüklük sende kalsın diyen. Belki herkes haklıdır kendince ya da herkes haksız. Belki de herkes biraz haklı biraz haksızdır ya da bunun hiç önemi yoktur. Uğruna canhıraş bir mücadele verilse de ispatlanan haklılık beklenen etkiyi yaratmaz çoğu zaman, bir mahkeme salonunda değilsek tabi. Hatta insanı yalnızlaştırır. Gelinebilecek son noktaya gelinmiştir, haklı olmak aslında haksızlığa uğramış olmaktır. Peki, neden hep haklı olmak isteriz ve hatta içten içe inanırız haklı olduğumuza, neden kimse yoğurdum ekşi demez kolay kolay ve neden hepimiz iyi niyetimizden kaybederiz? Kendi mahkememizin hâkimleri, savcıları, avukatları kim tarafından atanmıştır? Yargılayan, yargılanan, hüküm giyen, berat eden aynı kişi olunca işler çetrefilleşir, bana ne ben artık oynamıyorum demek gelir insanın içinden ama denmez işte. Haklı hissetme durumu egomuzun oynadığı sayısız oyunlardan biri olabilir mi?

Abraham Maslow insanın temel ihtiyaçlarını hiyerarşik gruplara ayırmış.  İlk basamağa fizyolojik ihtiyaçlar yerleşmiş (nefes alma, beslenme, uyku, cinsellik) ikinci basamaksa güvenlik ihtiyaçları (barınma, korunma, istikrar) üçüncü basamak sevgi, ait olma ihtiyaçları, dördüncü basamak değer ihtiyaçları (prestij, başarı, onaylanmak, itibar görmek) -sorumluyu bulduk sanırım- son basamaksa kendini gerçekleştirme ihtiyaçları (erdemlilik, yaratıcılık, ön yargılı olmamak). Yapılan araştırmalar çoğumuzun kendini pek çok konuda ortalamanın üstünde gördüğünü belgeliyor. Psikologlar bu duruma Ortalamanın Üstü Etkisi adını vermiş, bu da değer ihtiyaçlarının bir uzantısı olarak görülüyor ve fakat karnımız açsa ya da başımızı sokacak güvenli bir evimiz yoksa hiç birinin çok da önemi yok. Marx’ın dediği gibi “Bir kulübede bir saraydakinden farklı düşünülür.” Eğer ilk üç basamağı atlayanlardansak ve hala konuyla ilgili sorun yaşıyorsak belki bakış açımızı değiştirmemiz gerekebilir. “Bir bağırsak kurdunun veya mezarlık kurdunun bakış açısından insan, afiyetle yemeleri için tanrı tarafından yaratılan bir nimettir” diyor Bertrand Russel. Öyle ya bağırsak kurduyla da empati kurulabilir istenirse. Yani el ele yürüyen âşıklar için yağmur romantizmdir, eve ulaşmaya çalışan anne babaları için trafik; okula gitmeye çalışan köy çocukları için çamur, anne babaları içinse bereket. Kırmızıyla yeşili karıştıran insanlara renk körü deriz ama ışığın olmadığı bir yerde renkten söz edebilir miyiz? Havada asılı duran gözümüzle gördüğümüz bir yıldız çoktan yıldız tozuna dönüşmüş olabilir örneğin. Neye göre, kime göre diye sormaya başladığımızda cevaplar anlamını yitirir, artık anlamlı olan sorudur. Bu nokta da “Her bilinç kendine özgü bir niyet geliştirir ve bu niyet o bilincin neyi algılayıp nasıl anlamlandıracağını etkiler”  diyen Edmunt Husserl’a kulak vermek gerekebilir. Niyetimiz bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olursa bağcının emeğine, sınırlarına ve dahi bağa saygı duyarsak, ihtiyacımız kadar ve hazmettikçe üzüm yersek bağdaki üzümler herkese yeter sanırım. Bizim odaklandığımız meyve olsa da unutmamak gerekir ki o asmanın bir kökü, dalları, yaprakları var. Meyve olabilmek için ayrıca toprağa, suya, güneşe ve bir de bağcıya ihtiyacı var. Hepsi görevini eksiksiz, uyum içinde yerine getirirse asma meyveye durur. Belki de artık hiyerarşik grupların son basamağına ulaşılmıştır. Artık herkes içsel devriminden sorumludur. ‘Elbette ki meyve köküne dönüp –sen de benim gibi olgun bütün ol ve bütün varlığını sakınmaksızın ver- diye seslenemez, çünkü nasıl ki vermek meyve için bir gereksinimse almak da kök için öyledir’ diyen Cibran’ın ve daha nicelerinin penceresinden bakabilmek mümkün olur.

 

Mavi

Yorum Yok

Yanıt yaz